Atatürk'ün Çocukluk Yılları
Türk Milleti'nin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1881'de Selanik'te, Koca Kasım Mahallesi'ndeki Islahhane Caddesi'nde üç katlı, sade bir evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi ise Zübeyde Hanım'dı. Baba tarafından soyu Hafız Ahmet Efendi'ye dayanan Mustafa Kemal; Aydın ve Konya taraflarından tahminen 14. ve 15. yüzyıllar arasında Makedonya'ya iskan ettirilmiş Kocacık Yörükleri'nden gelmekteydi. Babası Ali Rıza Efendi, gümrük memurluğu, milis subaylığı ve kereste tüccarlığı yapmıştı. Annesi Zübeyde Hanım ise dindar bir ev hanımıydı. Zübeyde Hanım'ın dedeleri, zamanında Rumeli'ye iskan ettirilmiş yörük bir aileye mensuptu.. Selanik yakınlarında Langaza kasabasına gelmişlerdi.
Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım'ın evliliklerinden altı çocukları oldu. Sırasıyla Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa (Kemal), Makbule (Atadan), Naciye. Küçük yaşlarda Fatma, Ahmet ve Ömer difteri hastalığından vefat etti. En küçükleri Naciye ise 12 yaşında vefat etti. Mustafa Kemal ve kız kardeşi makbule hayatta kalan çocuklarıydı. Mustafa Kemal babası Ali Rıza Bey'i henüz çocuk yaşta kaybedince (1888), onu ve ailesini zor bir hayat mücadelesi beklemekteydi. Zübeyde Hanım, çocuklarını da alarak kardeşinin yaşadığı Langaza'daki çiftliğe gitti. Mustafa, öğrenim hayatına kısa bir süre ara vermişti. Daha sonra buradan ayrılan Mustafa Selanik'e geri döndü. Halasının yanında bir müddet kaldı. Öğrenim hayatına devam etti.
Makbule Atadan'ın anlatımına göre; Mustafa Kemal, kardeşleriyle saklambaç, ceviz oyunu gibi oyunlar oynar, silahlara ve atlara merak duyardı. Tahta parçalarından silah yapardı. En çok irmik helvası ve yoğurt severdi. Kız kardeşi Makbule'ye ''Makbuş'' diye hitap ederdi. Fareden çok korkan küçük Mustafa'ya annesi; ''Hani sen büyüyünce asker olacaktın. Asker hiç fareden korkar m?'' diye seslenirdi.
Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşlarından Asaf İlbay da şunları belirtir: ‘’ Her çocuğun kendisini menedemediği oyunlara onun girdiğini görmedim. Ya seyirci kalırdı yahut elindeki bir çubukla yere birtakım çizgiler çizer, resimler yapardı. Güreşi çok severdi. Kendi güreşmezdi. Fakat çocukları güreşe teşvik eder, tatlı tatlı seyrederdi. Kuvvetli çocuklara kıymet verirdi.’’
Mustafa Kemal-Çocukluk Yılları |
Küçük Mustafa annesinin isteği üzerine Hafız Mehmet Efendi'nin Mahalle Mektebi'ne yazıldı. Fakat orada hocadan, haksız yere yediği falaka, istemeye istemeye gittiği Mahalle Mektebi'nden ayrılmasına bahane oldu. Babasının isteğiyle daha çağdaş bir eğitim kurumu olan Şemsi Efendi ilkokulu'na yazıldı. ilkokulunu bitirdiğinde babasının ölümü ile sarsılan küçük Mustafa artık genç bir delikanlı olmaya başlamıştı. Hayalini kurduğu askerlik mesleği için askeri okullarda öğrenimini devam ettirecekti. Selanik Askeri Rüştiye'ni bitiren Mustafa Kemal, Manastır'da Askeri İdadi'de (Lise) okumaya başlayacaktı.
Kaynaklar: Sadi BORAK, Bilinmeyen Yönleri İle Atatürk, İstanbul, 1966
Yrd. Do. Dr. Ali Güler, Sarı Mustafam, Truva Yayınları, İstanbul, 2010.
Hazırlayan: Ali ÇİMEN
YanıtlaSilATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ARKADAŞIM HALİT
Babam Ali Rıza Efendi kereste tüccarlığı yaptığı için, Selanik dışında çalışıyormuş. O zamanlar anneme Üftade adında siyahi bir kadını yardımcı olarak tutmuş. Daha sonra ben dünyaya gelmişim. İki ay sonra Üftade'nin bir yeğeni doğmuş. Adını Halit koymuşlar. Yaşımız gelince bizi Mahalle Mektebi'ne yazdırdılar ama ben bir süre sonra oradan ayrılıp Şemsi Efendi Okulu'na geçiş yaptım. ( O zamanın ilkokulu ) Halit ise, Mahalle Mektebi'ne devam etti.
Böylece aradan birkaç yıl geçti. Bir gün Halit yanıma gelerek, efendi ve köle kelimelerinin anlamını sordu. Ben, insanların köle olarak kullanılamayacağını ve her insanın bir başkasının değil, sadece kendisinin efendisi olabileceğini söyledim.
Bunun üzerine Halit, sen gel bunları arkadaşlara anlat. Tenim siyah olduğu için, kendilerinin efendi, benim ise, köle olduğumu söylüyorlar, dedi.
Hangi arkadaşların Halit, sınıf arkadaşların mı? diye sordum.
Evet, sınıf arkadaşlarım, dedi.
Bak Halit, dedim, yarın bizim öğretmen izinli, okula gitmeyeceğim. Sınıfınıza gelir arkadaşlarınla konuşurum. Olur mu?
Halit, olur, dedi.
Ertesi gün Mahalle Mektebi'ne gittiğimde Halit'in ikinci dersten sonra ortadan kaybolduğunu öğrendim. Çok aradık Halit'i bulamadık. Ancak akşamüstü eve geldi. Anlattığına göre, köle olmasını ve her dediklerini yapmasını isteyen arkadaşlarından kurtulmak için, mektepten kaçmış ve Selanik dışına çıkmış. Daha sonra benim dediklerimi hatırlamış ve kendisinin efendisi olduğu için, geri gelmiş.
Halit'e arkadaşlarıyla konuştuğumu ve efendi, köle gibisinden iki kelimeyi bir daha kullanmayacakları sözünü aldığımı söyledim.
Halit bir daha Mahalle Mektebi'ne gitmedi. Annesi onu Şemsi Efendi'nin laik okuluna yazdırdı. Halit bizim sınıfa geldi. Fikirler ve düşünceler hür, kelepçe yok. Herkes kendi fikrinin efendisi, köle yok.
Aradan günler geçtikçe Halit bir açıldı. Durgun, düşünceli Halit gitti, neşeli, hareketli Halit geldi. Derslerine çok çalıştı. Mahalle Mektebi'ne giderken sınıfın en tembeli Halit, Şemsi Efendi Okulu'nda sınıfın çalışkanları arasına girmeyi başardı.
YanıtlaSilATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ARKADAŞIM HALİT
Babam Ali Rıza Efendi kereste tüccarlığı yaptığı için, Selanik dışında çalışıyormuş. O zamanlar anneme Üftade adında siyahi bir kadını yardımcı olarak tutmuş. Daha sonra ben dünyaya gelmişim. İki ay sonra Üftade'nin bir yeğeni doğmuş. Adını Halit koymuşlar. Yaşımız gelince bizi Mahalle Mektebi'ne yazdırdılar ama ben bir süre sonra oradan ayrılıp Şemsi Efendi Okulu'na geçiş yaptım. ( O zamanın ilkokulu ) Halit ise, Mahalle Mektebi'ne devam etti.
Böylece aradan birkaç yıl geçti. Bir gün Halit yanıma gelerek, efendi ve köle kelimelerinin anlamını sordu. Ben, insanların köle olarak kullanılamayacağını ve her insanın bir başkasının değil, sadece kendisinin efendisi olabileceğini söyledim.
Bunun üzerine Halit, sen gel bunları arkadaşlara anlat. Tenim siyah olduğu için, kendilerinin efendi, benim ise, köle olduğumu söylüyorlar, dedi.
Hangi arkadaşların Halit, sınıf arkadaşların mı? diye sordum.
Evet, sınıf arkadaşlarım, dedi.
Bak Halit, dedim, yarın bizim öğretmen izinli, okula gitmeyeceğim. Sınıfınıza gelir arkadaşlarınla konuşurum. Olur mu?
Halit, olur, dedi.
Ertesi gün Mahalle Mektebi'ne gittiğimde Halit'in ikinci dersten sonra ortadan kaybolduğunu öğrendim. Çok aradık Halit'i bulamadık. Ancak akşamüstü eve geldi. Anlattığına göre, köle olmasını ve her dediklerini yapmasını isteyen arkadaşlarından kurtulmak için, mektepten kaçmış ve Selanik dışına çıkmış. Daha sonra benim dediklerimi hatırlamış ve kendisinin efendisi olduğu için, geri gelmiş.
Halit'e arkadaşlarıyla konuştuğumu ve efendi, köle gibisinden iki kelimeyi bir daha kullanmayacakları sözünü aldığımı söyledim.
Halit bir daha Mahalle Mektebi'ne gitmedi. Annesi onu Şemsi Efendi'nin laik okuluna yazdırdı. Halit bizim sınıfa geldi. Fikirler ve düşünceler hür, kelepçe yok. Herkes kendi fikrinin efendisi, köle yok.
Aradan günler geçtikçe Halit bir açıldı. Durgun, düşünceli Halit gitti, neşeli, hareketli Halit geldi. Derslerine çok çalıştı. Mahalle Mektebi'ne giderken sınıfın en tembeli Halit, Şemsi Efendi Okulu'nda sınıfın çalışkanları arasına girmeyi başardı.
Bu tür bilgileri verirken eğer KAYNAK da gösterirseniz bilgiler daha bilimsel bir yapıya sahip olur...Teşekkürler.
YanıtlaSil
YanıtlaSilATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI - KARGA PEŞİNDE
Annem ve iki kız kardeşim ile birlikte dayımın çiftliğine gittik. Akşamüstü çiftliğe vardığımızda dayım ve eşi bizi çok candan bir şekilde karşıladılar. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarımıza çekildik.
Ertesi sabah dayım bana çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittik. Tarlanın kenarına geldiğimizde dayım parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye öterler. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları “ dedi.
Bizi gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururken: Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? dedim. Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi?
Dayım: “ Yerler Mustafa’m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi.
Bunun üzerine konuyu toparlama ihtiyacı hissettim: Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz.
“ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgulaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. “
Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim.
“ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. “
Ertesi sabah erkenden yengemin hazırladığı börekleri bir torbaya koyduk ve Makbule ile birlikte dayımın bakla tarlasına geldik. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladık. Öğle vaktine doğru ikimiz de çok yorulmuştuk. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Makbule ile koşuyor, kargaları kovalıyorduk. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak bizi yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı. Öğle vakti bir köşede oturup yengemin hazırladığı börekleri yerken Makbule’ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğumu söyledim ve şunları ekledim:
YanıtlaSilMakbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun yarıya indiğini anlayacaksın. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı?
“ Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. “
Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğalıverdiler. Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim.
Kendi buluşum olan yöntem başarılı olmuştu. Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderlerken aç ve yorgundular. Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı. Annem, “ Benim Mustafa’m çok akıllıdır “ diyerek gururla alnımdan öperken, vakur halimi hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordum.
Yaşama Yön Verenler
Atatürk'ün Çocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
tşkler ...
YanıtlaSil