Ana içeriğe atla

Atatürk'ün Yemek Kültürü

   Atatürk, sofradan aşırı tok karnına kalkan, çok yemek yiyen bir insan değildi. Çok yemek yemenin, hem sağlığa aykırı hem de israf olduğunu belirtmişti. Ziyafetlerde çok yemek tüketilmesi onun açısından tasarruflara aykırıydı. Yemek ayırt etmeyen, yemek konusunda gayet doğal ve mütevazi bir karakter olduğu,  çevresindekilerin anılarında sürekli tekrar edilir. Ayrıca geleneksel Türk yemek kültürüne değer verdiği, farklı bir kültürde sofraya yemek getirildiğinde Türk mutfağını tercih ettiği görülmektedir. Sofrada uzun saatlerce oturma geleneği Atatürk'te de vardı. Çünkü ''Atatürk'ün Sofrası'' bir eğlence sofrasından ibaret değildi. Devlet sorunlarının tartışıldığı, çözüldüğü bir sofraydı.




   Anılardan öğrenildiği kadarı ile Gazi Paşa; 

Sabah kahvaltısında; soğuk ayran içip bir dilim ekmek yerdi. Bir kase yoğurdu bitirdikten sonra sütlü bir kahve içerdi. Kahvaltıda sıklıkla çay ve kahve tükettiği, çok fazla bir şey yemediği belirtilmişti.

Öğle yemeğinde; en çok sevdiği yemek olan etsiz kuru fasulye ve pilava bayılırdı.''Kuru fasulyeye okulda alıştım.''derdi. Kuru fasulye-pilav askeriyenin olağan yemek kültürüydü. Askeri öğrencilik ve askerlik dönemlerinde alıştığı belliydi. Çankaya'da sofrasındaki menüde kuru fasulye çoğu zaman etsiz pişirilirdi ki o dönem Türkiye halkının sofrasına et, bayramdan bayrama gelirdi. Bu durum göz ardı edilmezdi. Atatürk kuru fasulyeye ''yağlı fasulye'' derdi. Öğlen yemeğinde bir-iki dilim ekmek yer; ekmeği ayrana banardı. Yoğurt ve limonata da menüsünde bulunurdu.

  Akşam yemeği; Atatürk için ayrı bir öneme sahipti. ''Atatürk'ün Sofrası'' akşam konulur; misafirlerle birlikte yemek yenirdi. Memleket meseleleri bu sofrada konuşulur, saatlerce tartışmalar yapılırdı.

   Sofrasında kebap ve yağlı ağır yemekler hemen hemen hiç görülmezdi. Avrupa mutfağının yiyecekleriyle beslenmezdi.

   Gecenin ilerleyen saatlerinde acıktığında aşçısına peynirli omlet yaptırır yermiş. Karnıyarık, etli taze bamya, haşlanmış kuşkonmaz, fava severmiş. Tatlılarla ise arası çok iyi değilmiş. Sadece gül reçeli severmiş. Çocukken annesinin yaptığı ıspanaklı böreğe bayılırmış.

   Aşırı kahve tüketir, az şekerli kahveden günde 10-15 bardak tükettiği olurmuş. Bazı günler, 40-50 adet arası sigara içermiş. İçkilerden özellikle rakı içer; rakıyı sarı leblebi, kavun ve beyaz peynir ile tüketirmiş. Rakı kadar olmasa da bira ve viski tükettiği, sarhoşluktan haz etmediği de belirtilmiştir. Önemli kararlar alacağı sırada kat'i olarak alkol almadığı kaynaklarda belirtilir. Ayrıca Ramazan aylarında ve Kandil Gecelerinde''İncesaz Ekibi'' köşke getirilmezdi. Sofradan alkol kaldırılır. Bu dönemlerde, sofraya hafızlar davet edilip din sohbeti yapıldığı, Kur'an dinlenildiği de kaynakların belirttiği hususlardır.

   Anadolu'daki seyahatlerinde gittiği yerlerde önüne getirilen her sofradaki yemeği, iştahlı bir biçimde yermiş. Yemek ayrımı kolay kolay yapmazmış ki yoksulluğu yaşamında görmüş bir bireyin aynen davranması gerektiği gibi...

  Atatürk'ün hizmetinde çalışmış olan Hayri Doğanay, anılarında şunları belirtir:

''Ertuğrul yatındaydım o zaman. Atatürk ani bir karar vermiş. Bir çok defalar yaptığı gibi. Marmara'da gezinmek üzere maiyetindekilerle yata geliverdi. Lakin yatta ne kumanya ne de aşçıbaşı vardı. Fakat emri üzerine yat tabii hemen hareket etti. Vakit geç olduğu için biraz oturduktan sonra Atatürk de maiyetindekiler de yattılar. Az bir zaman geçmişti ki birden Atatürk'ü karşımda buldum. 'Ben yemek istiyorum' dedi. Şaşırdım, gemide yiyecek bir şey yoktu. Mutfakta bulduğum iki yumurta ve biraz beyaz peynir ile omlet yaptırdım. omleti az pişmiş severdi. Tepsiye büyükçe bir dilim de karpuz koydurttum. Örtüğü serince hemen yemeğe başladı. Hem de iştahla. Alelacele hazırladığım mütevazi yemek Büyük Adamı çocuk gibi memnun etmişti. Yemeğin sonunda: 'Oh! çok şükür, hamdolsun' dedi. 'Bunları da bulamayanlar var. Bir de kahve olursa enfes.' Kahvesini de pişirdim. Sonra yattı.''

   Atatürk'ün kütüphanesinde hizmette bulunan Nuri Ulusu ise onun yoğun çalıştığı günlerdeki beslenmesine dair şu bilgileri vermektedir:

   ''Ben fasılasız 38 saat çalıştığını bilirim. Bir gün sofradan kalkıp yatıyor. İki saat sonra uyanıp zili çalıyor. Arkadaşlardan biri yanına varıyor. Paşa hemen kütüphaneye geçiyor. O gün bütün gün, gece ve ferdası günü ta akşama kadar tam 38 saat çalışıyor... Çalıştığı zaman sık sık sigara, kırk beş dakikada bir yarım kesme şekerle bir çay kaşığı kahveden yapılmış bir fincan kahve içer; acıktığı zaman da kendisine yemek olarak iki dilim kızarmış francala ile iki bardak koyuca ayran verilirdi. 1937'de Meclisi Açış Nutku işte böyle uzun çalışmalardan sonra hazırlandı...''

    Atatürk'ün yanında 14 yılı aşkın bir süre aşçıbaşılık yapan Mehmet Yücel'in anılarında Atatürk'ün yemek kültürüne dair net bilgiler verilmektedir:

''... Çok alçak gönüllüydü! Yüzlerce defa olmuştur. Mutfağın telefonu çalardı, açınca onun 'kimsin!' diyen sesini duyardım. 'Mehmet Usta' derdi, 'ben acıktım', 'peki paşam'der, telefonu kapatırdım. Biraz sonra da mutfağa gelirdi. Bana çocuk gibi:
'Mehmet usta çok acıktım, bana bir şeyler hazırlayıver' diye adeta yalvarırdı. Yemeğini yedikten sonra da:
'Eh bakalım Mehmet usta, bir kahve yap, bir de sigarandan ver!' derdi. Sigara ve kahvesini içer, 'sağ ol Mehmet usta, iyice doydum. Allahaısmarladık' diyerek kalkar giderdi... 

Mehmet Usta, anlatırken ağlıyordu. Gözlerini kuruladıktan sonra devam etti:

'Nihayet beyim, hastalandı. İlk Fransız doktor geldiğinde, beni de çağırttı. Bana tercümanlık yaparak, doktorun tavsiyelerini anlattı. 'Mehmet usta' dedi, 'ben iyi dinledim, sen de iyi dinle. Asıl doktorum sen olacaksın!.' Fakat sağ olsun doktorların dediklerine pek çabuk aldırmamaya başladı. Mütemadiyen kızartma ve dondurma istiyordu. Ben de olduğu halde vermiyordum. Mütemadiyen 'paşa çağırıyor' diyorlardı, her yanına gidişimde sert sert bakıyor, 'gel,gel daha yakın gel!' diye yanına sokulmama müsaade ediyordu. Yüzüme önce sert bakıyor, sonra yumuşak bir sesle: ' Mehmet usta, neye bana canımın çektiklerini vermiyorsun?' diyordu. Ben bin  dereden su getirip, doktorların yasak ettiklerini hatırlatınca:
'Ha!Doğru söylüyorsun aşçıbaşı. hakkın var amma ne yapayım, canım çekiyor. Nasıl olsa bunları bir daha yiyemeyeceğim ki!' diyordu.

   Mehmet usta, yeniden gözlerini kuruladı ve devam etti: İnkılâplar sırasında öyle çalışırdı ki 36 saat masa başından kalkmadığını bilirim. Biz mutfakta çeşit çeşit yemekler hazırlardık, yanına götürünce kızar, çıkışırdı: 'Bana bir ayranla, bir dilim ekmek ver ve bol da kahve yap! Şimdilik bunlar kâfi, daha öbürlerini yemeyi hak etmedim.' derdi.

   Çok alçak gönüllü bir adamdı vesselam! Ankara'da iken bakardık, Paşa öğle yemeğine saat 2 olduğu halde gelmemiştir. Biraz sonra mutfağa gelirdi ve bana, 'Mehmet usta, ben yol yapan amele ile beraber yemek yedim, adamların soğanlarını bitirdim, sen onlara bir şeyler hazırlayıver de götür' derdi. Ben 'peki paşam, siz belki doymamışsınızdır' deyince 'amma da yaptın Mehmet usta! Soğan ekmek, zeytinden daha iyi yemek olur mu?' diye cevap verirdi.

   Atatürk, bilhassa Türk yemeklerini severdi. Biz başka isimler altında yemek yapınca kızar, 'bizim en kötü şeyimiz onların en iyisinden daha iyidir' derdi...

   ...Mehmet Usta hüngür hüngür ağlıyordu: Ah! hele ölümünden bir kaç gün önceye ait şu hatırayı bir türlü unutamıyorum. Yanına çağırmıştı, yüzü bakışları iyiden iyiye solmuştu. 'Gel Mehmet usta' dedi ve sordu: 
-'Beni nasıl buluyorlar?Acaba yaşayacak mıyım?
-Tabii yaşayacaksınız hastalığınız geçecek!
-Senin haberin yok. Benden ne kadar su aldılar biliyor musun? Tam 11 kilo Mehmet usta. Dile kolay. Yaşayacağımı hiç ummuyorum, ne olur ben açım bana yemek yolla!
  'Peki' dedim. Tam odadan çıkarken sıkı sıkı tembih etti: 'Mehmet Usta, doktorları bu işe karıştırmadan yolla!' Ben tabii gene doktorlara telefon ettim.Ümitsiz bir şekilde 'ver' dediler.''


Derleyen: Ali ÇİMEN


KAYNAKÇA:

Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER, Sarı Mustafam, Truva yayınları, İstanbul, 2010, s. 230. 240.

İsmet BOZDAĞ, Atatürk'ün Sofrası, Truva yayınları, İstanbul, 2009, s. 7-8.

Prof Dr. Mahmut TEZCAN, Atatürk'ün Beslenme Alışkanlığı (Yediği ve Sevdiği Yemekler),I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri (6-7 Ekim 2000).

    

   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yurt Açan-Yurt Tutan-Yurt Kurtaran Savaşları Nedir?

Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.    26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. " Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."    11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon  ( Myriokephalon)  Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamay

Atatürk ve Dayısının Çiftliğindeki Günleri

Mustafa Kemal'in Çiftlik Hayatı Mustafa Kemal, Selanik Şemsi Efendi İlkokulu'nda okulun altıncı sınıfında, yani orta kısmının ikinci bölümünü de bitirdiği dönemde babası Ali Rıza Efendi'yi kaybetmenin (28 Kasım 1893) acısını yaşadı. Şok yaşayan aile Zübeyde Hanım'ın isteği üzerine bir müddet Selanik yakınlarındaki Langaza'ya gitti. Orada küçük Mustafa'nın dayısı Hüseyin Ağa, çiftlikte çalışıyordu. Zübeyde Hanım maddi zorluklar yüzünden bu tercihi yapmıştı. Çiftlikte dayısı Hüseyin Ağa ile birlikte çiftlik işlerine yardım etti. Doğayla iç içe oldu. El becerilerini geliştirdi. Bakla tarlsında bekçilik yaptı. Bu çiftlikte bir dönem kalan Mustafa Kemal öğrenim hayatına da ara vermek zorunda kalmıştı. Mustafa'yı buradaki Rum Kilise Okulu'na yollamayı düşünmüşlerse de kendisi buna karşı çıkmıştı. Çiftliğin Arnavut yazıcısı Kamil Efendi'nin ve komşuları Hatice Hanım'ın verdiği derslerden de memnun kalmamıştı. Eğitim imkanından yoksun kalan bu

Gülbank Duası Nedir?

      Tekke âyinlerinde, saraylarda yapılan merâsimlerde, yeniçerilerin törenlerinde hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi ya da duâlara GÜLBANG (Gülbank) denir.   Gülbanklar genellikle Türkçe ve topluca edilen dualardır.  Allah'a yalvarıp yakarma için söylenen dualardır. Yapılacak, ortaya konulacak iş; hayır, mutluluk, başarı getirsin diye yapılan dualardır.   Osmanlıca sözlükte ise Gülbang-ı Muhammedî, ezan demektir. Yeniçeri Gülbankı    Özellikle Bektaşilik, Mevlevîlik ve diğer bazı tarikatlarda çok yaygın bir dua geleneğiydi. Osmanlı Devleti'ndeki en stratejik askeri bölüklerden biri olan Yeniçeri Ocağı'nda bu gelenek yüzlerce yıl sürdürüldü. Yeniçeriler Bektaşîydi,  Ocağ-ı Bektaşîyân'dı.   Ayrıca  Mehteran Bölüğünde mehterbaşı da gülbank okurdu.      Özellikle tarihi Edirne Kırpınar Yağlı güreşlerinde ve diğer yağlı güreşlerde gülbank geleneği günümüze dek sürdürülmüştür. Yine esnaf teşkilatı olan Ahilikte, çıraklık, kalfalık ve ustalık törenl