Ana içeriğe atla

Atatürk'ün Sofrası

   1975'te, İstanbul'da Kervan yayınlarından İsmet Bozdağ imzalı ortaya konan ''Atatürk'ün Sofrası''adlı yapıt, Atatürk ile ilgili seçilmiş anılardan derlenen, Atatürk'ün mizacını gözler önüne seren ve bu yönü ile okuyucuyu etkileyen bir anı kitabıdır.

   ''Atatürk'ün Sofrası'' bir içki, eğlence, muhabbet sofrası değildir. Yazarın da belirttiği üzere; Atatürk eğer okumuyor, yazmıyor, dinlenmiyorsa; mutlaka sofrasının başındadır. O sofra gazinin hayatında önemli bir yerdedir. Bu sofrada Atatürk, arkadaşlarıyla tartışmalar yapmakta, istihbaratlar almakta, uygulamaya koyacağı fikirlere sosyal bir zemin hazırlamaktadır.

   İsmet BOZDAĞ, Atatürk'ün Sofrası adlı kitabında şu bilgileri vermektedir:

   '' Atatürk, güçlü bir kişiliği olduğunu biliyordu. genellikle insanların, hatta yakın arkadaşlarının karşısında rahat konuşamadıklarını, fikirlerini açıklamaktan çekindiklerini görüyordu.  Bir şeyleri öğrenmek ve değerlendirmek amacıyla Atatürk, akşam sofrasına muhakkak misafir alırdı. Alınan misafirlerle alkol servisi de yapılırdı. içkinin verdiği rahatlama ile konuklar, bir müddet sonra çekinerek yaptıkları konuşmaları cesaret ile yapmaya başlar; olayları kendi görüşlerine göre sesli bir biçimde değerlendirirlerdi. Birçok memleket ve dünya meselesi, sofrada konuşulur; hatta bazen kararlar bu sofrada alınırdı. Bu açıdan Atatürk'ün Sofrası bir çağın portresidir. Devlet, memleket, dünya olayları, Atatürk'ün Sofrası'na yansır, ulusal fikirlere o sofrada dönüşürdü.''

   Atatürk sıkı çalışma temposuna girdiğinde, önemli bir eylemin içindeyken çalıştığı süre zarfında haftalar hatta aylarca ağzına içki sürmezdi. Gündüzleri Atatürk'ün içtiği de görülmüş şey değildi. Hatta Atatürk'ü bir kaç çocukluk arkadaşından başka kimse sarhoşken de görmemişti. Bütün bunların bir anlamı olması gerekirdi.

   Kitapta yazar tarafından belli başlı 23 adet anı derlenmiştir. Anıların doğruluğunu ispatlamak için anıları başka kişilerden de dinlemiştir. Araştırmacı-yazar, şair ve gazeteci olan Bozdağ, anılarla Atatürk'ün kişiliğini ve sosyal, siyasal olaylara bakış açısını gözler önüne sermiştir. Yapıt okunurken Atatürk'ün sade, sıradan, mütevazi bir karakterde olduğu göze çarpar. O, halktan biridir. Sert bir diktatör, zevke sefaya düşkün kendini beğenmiş bir kimse portresi asla çizilemez. 

   Atatürk, evinde sıkıldığında,korumalardan gizli bir biçimde kaçmayı deneyen, kaçtığında ise halkın arasına karışan mutlu bir çocuktur. Gazi paşa, bir gün Floryadaki yazlıktan yakın arkadaşı Nuri Conker ile gizlice köşkten kaçar.  Yolda bir yerde Hasan adlı bir köylü vatandaş ile karşılaşır. Sigara içme bahanesiyle sohbete dalar. Haliyle basın-yayın gelişmediğinden, televizyonlar henüz hayatımıza girmemişken vatandaş, Atatürk'ü tanıyamamıştır. İçten, samimi bir sohbete dalarlar Hasan Ağa ile... Sohbette, Gazi Paşa, çiftçinin ödeme yapamadığı için elindeki bir öküzünün alındığını duyunca içten içe hiddetlenir. Atatürk, köylüye, 'şikayet etseydin ya, köylünün üretim aracı elinden alınamaz,' deyince; köylü; 'Beyim, kimi kime şikayet ediyon; şehirdekiler sağır, Ankaradakiler sağır.' Gazi Paşa; 'Atatürk'e sesini duyursaydın ya' der. Köylü; ' ooo Beyim sen benimle mi eyleniyon, onlar içkiden kafasını kaldırıp bizi mi görüyolar 'der. Akşam olmadan köşke varan Gazi Paşa, akşama sofrada başta Başbakan İsmet Bey olmak üzere hükümet üyeleri, vali, belediye başkanı, kim varsa herkesi toplar. ''Sofraya bu akşam efendimiz de konuk olacak'' diyerek, köylü Hasan Ağa'yı da çağırtır. Hasan Ağa çağrıldığında gündüz kendisi ile konuşanın Atatürk olduğunu anlayınca çekine çekine köşke varır. Köylü Hasan'ı hoş karşılayan Atatürk, devlet erkanını bir güzel fırçalar. Çiftçinin üretim araçlarını kimse alamaz diyecektir ve Hasan'ın ihtiyaçları karşılanacaktır. Sofradan sağır olmayan, duyarsız kalamayan, halkçı Atatürk gözükür.

   Gazi, kendisinin yüzüne karşı övülmesinden hoşlanmayan biridir. Sofrada herkesi dinler. Eleştirileri açık ve sabırlı bir biçimde karşılar. Bir gün Dr. Reşit Galip'in Atatürk'ün Sofrası'nda ona ve hocası olan Esat Bey'e karşı sesini yükselterek eleştiri dozajını artırır. Soğukkanlılıkla, sabırla dinler. Reşit Galip çok ileriye gitmiştir; fakat Atatürk de tam da bunu istemektedir. Samimiyet, dürüstlük, açık sözlülük... Sonraları Dr. Reşit Galip, Milli eğitim Bakanı olmuştur.

   Atatürk, sofrada gerekli gördüğünde, bakanları bile değiştirmiş, halkın aleyhine giden bir durumu, sofrada görmeye çalışmıştır. Yeri gelmiş Ali Çetinkaya'yı bir güzel fırçalayıp yakasını toplayıvermiş; yeri gelmiş tüm idarecilere ders vermiştir.

   Anlaşılan sofrada, içtenlik, sıcaklık, geleneksel müzik ve alkol insanların rahatlamasına neden olur. İnsanlar da fikirlerini böyle bir ortamda rahatça ortaya koyar. 

 Atatürk, sabah erkenden ayaktadır. Bir duş alır, kahvaltısını yapar ve güne hazırlanır.İlk sigarasını sabah kahvesi ile içer. Giyinip hazırlanır. Belli başlı kişilerle ilk görüşmelerini yapar. Genel vekili ve özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali, Nuri Conker, Salih Bozok; olağanüstü durumlarda Başbakan İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı doktor lakaplı Tevfik Rüştü Aras, sonraları başbakan olunca Celal Bayar gibi isimler görüştüğü kimselerdir. Sevdiklerine ''çocuk'' diye hitap eder. Yöresel ağızdan ''Hadi de yaa!'' deyimini sıklıkla kullanır. ''Hadi, biz işimize bakalım.''demişse bir tartışmayı, bir konuşmayı kapatmıştır. O konu önemsizdir, konuşmaya gerek yok, konuşmak zaman kaybı demektir.    

  Atatürk'ün Sofrası'nda, gittiği her yerde yanından ayrılmayan ''Mutat Zevat'' (bilindik kişiler) diye tabir edilen dört arkadaşı bulunurdu. Bunlar Nuri Conker, Kılıç Ali, Salih Bozok, Recep Zühtü'dür. Fakat Recep Zühtü bir kadını tabanca ile vurduğu için gözden düşecek, sofradan uzaklaşacaktır. Atatürk, yakın koruma ya da büyük korumalar ordusu ile gezmez;  halkın yanına ya da bir balo, toplantı gibi etkinliklere koruma ordusu ile asla katılmazdı. Zaten sevmezdi.  Adı geçen bu kişiler ise öyle ya da böyle  Atatürk'ün en yakın korumalarıdır. Çünkü bu zevat, uçan kuşu bile rahatlıkla vuran keskin nişancı kimselerdi. Atatürk'ün en güvendiği en eski arkadaşlarıydılar. Nuri Conker Selanik'ten bu yana en yakın dostlarındandı. Atatürk'le şakalaşır , atışır, eski günleri anardı.

   Atatürk'ün Sofrası'na habersiz gelinmezdi. Gelecek kimseler, yaverliğe telefon eder, bir biçimde bilgilendirir; ya da bu kişiler Atatürk tarafından davet edilirdi. Sabahtan yemeğe gelecek konukların isim listesi yapılırdı. Bu sofraya tabir-i caiz ise destursuz olarak, gelebilecek kişiler bahsi geçen mutat zevattı. Onlardan başka İsmet Paşa, Celal Bayar, Tevfik Rüştü, Şükrü Kaya da habersizce gelebilirdi. 

    Sofrasında genelde sanat musikisi, halk müziği dinlenir; yeri gelir batı müziği de... Münir Nurettin, Eftelya, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar gibi ünlü konuklar da sofranın misafiri olurlar; saz çalınır,fasıl yapılırdı.

   Atatürk'ün Sofrası, öyle bir sofraydı ki 1935'te kendisine bir suikast düzenleneceği istihbaratını bu sofrada alıyor; Fransız sefire, sözleriyle ders veriyor; Ahmet Emin Yalman'ı gazeteciliğe geri döndürüyor; dostu düşmanı açıkça ortaya koyuyordu.

    İsmet Bozdağ'ın Atatürk'ün Sofrası adlı kitabını okuyanlar, bu sofranın bir içki sofrasından ibaret olmadığına tanık olacaklardır.

Derleyen: Ali ÇİMEN



KAYNAKÇA:

İsmet BOZDAğ, Atatürk'ün Sofrası, Truva Yayınları, İstanbul, 2009.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yurt Açan-Yurt Tutan-Yurt Kurtaran Savaşları Nedir?

Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.    26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. " Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."    11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon  ( Myriokephalon)  Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamay

Atatürk ve Dayısının Çiftliğindeki Günleri

Mustafa Kemal'in Çiftlik Hayatı Mustafa Kemal, Selanik Şemsi Efendi İlkokulu'nda okulun altıncı sınıfında, yani orta kısmının ikinci bölümünü de bitirdiği dönemde babası Ali Rıza Efendi'yi kaybetmenin (28 Kasım 1893) acısını yaşadı. Şok yaşayan aile Zübeyde Hanım'ın isteği üzerine bir müddet Selanik yakınlarındaki Langaza'ya gitti. Orada küçük Mustafa'nın dayısı Hüseyin Ağa, çiftlikte çalışıyordu. Zübeyde Hanım maddi zorluklar yüzünden bu tercihi yapmıştı. Çiftlikte dayısı Hüseyin Ağa ile birlikte çiftlik işlerine yardım etti. Doğayla iç içe oldu. El becerilerini geliştirdi. Bakla tarlsında bekçilik yaptı. Bu çiftlikte bir dönem kalan Mustafa Kemal öğrenim hayatına da ara vermek zorunda kalmıştı. Mustafa'yı buradaki Rum Kilise Okulu'na yollamayı düşünmüşlerse de kendisi buna karşı çıkmıştı. Çiftliğin Arnavut yazıcısı Kamil Efendi'nin ve komşuları Hatice Hanım'ın verdiği derslerden de memnun kalmamıştı. Eğitim imkanından yoksun kalan bu

Gülbank Duası Nedir?

      Tekke âyinlerinde, saraylarda yapılan merâsimlerde, yeniçerilerin törenlerinde hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi ya da duâlara GÜLBANG (Gülbank) denir.   Gülbanklar genellikle Türkçe ve topluca edilen dualardır.  Allah'a yalvarıp yakarma için söylenen dualardır. Yapılacak, ortaya konulacak iş; hayır, mutluluk, başarı getirsin diye yapılan dualardır.   Osmanlıca sözlükte ise Gülbang-ı Muhammedî, ezan demektir. Yeniçeri Gülbankı    Özellikle Bektaşilik, Mevlevîlik ve diğer bazı tarikatlarda çok yaygın bir dua geleneğiydi. Osmanlı Devleti'ndeki en stratejik askeri bölüklerden biri olan Yeniçeri Ocağı'nda bu gelenek yüzlerce yıl sürdürüldü. Yeniçeriler Bektaşîydi,  Ocağ-ı Bektaşîyân'dı.   Ayrıca  Mehteran Bölüğünde mehterbaşı da gülbank okurdu.      Özellikle tarihi Edirne Kırpınar Yağlı güreşlerinde ve diğer yağlı güreşlerde gülbank geleneği günümüze dek sürdürülmüştür. Yine esnaf teşkilatı olan Ahilikte, çıraklık, kalfalık ve ustalık törenl