Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yetenekli bir komutan, vatanperver, hürriyetçi,demokrat olmasının yanı sıra iyi bir devlet adamıydı. Diğer devletlerle ilişkiler çerçevesini ayarlarken, ülkesinin ulusal çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak; barışçıl ilişkiler meydana getirmeye çalışmıştı.
Atatürk politikasında temel esas; tam bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmaktı. Bu politika, gerçekliğini ise Misak-ı Milli ile ortaya koyuyordu. Herhangi bir devletin himayesini reddeden, mandacı anlayışa ödün vermeyen bu ulusalcı mücadele, parola olarak ''ya istiklâl, ya ölüm'' dedi.
Ulusal bağımsızlık savaşını kazanan Türk Ulusu, uluslararası arenada Mudanya ve Lozan'da dış politika anlayışlarını herkese gösterdi. Teslimiyetçi Osmanlı delegelerine alışmış olan Batılı devletlerin temsilcileri, ulusal onurunu silahı ve kanıyla korumasını bilen, kararlı, inandığı ilkeleri her ne olursa olsun savunmasını bilen, yeni bir Türk delege tipi ile karşılaşıyordu. Türkiye bağımsızlığını düşmanlarıyla, hem de Büyük Savaş'ın yenilmez kabul edilen büyük devletleriyle savaş alanlarında ve barış masasında bütün varlığı ile savaşarak elde etmişti. Siyasi, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve her hususta tam bağımsızlık, Türkiye'nin kabul ettirdiği ilk örnektir.
Atatürk'ün dış politikadaki ''tam bağımsızlık'' ilkesi, ileride emperyal güçlerin tehdidi altında yaşayan uluslara örnek örnek teşkil edecekti.
Atatürk, ulusal ideolojiyi, birleştirici tek ideoloji olarak Kurtuluş Savaşında kullanmıştı. Bunun yanında Atatürk; iç politikada güvenin ve huzurun sağlanmasıyla dış politika ilkelerinin daha da sağlamlaşacağını belirtmektedir.
M. Kemal'in dış politika anlayışında; kompleks, ihtiras, acizlik, hayalperestlik yoktur. Osmanlının son dönemindeki İslamcı ve Turancı politikalardaki hayalperestlik, Atatürkçü düşünce ile bağdaşmaz. Gerçeklik ve haklılık temel amaçlardandır. Tam bağımsızlık ve özgürlük de cabasıdır. İç politikada olduğu gibi dış politikada da ulusal onur, hakka saygı ve barış esas ilkedir.
Hiç kimsenin hakkına saldırmamak, hiç kimseye de hakkımızı vermemek, komşularla iyi geçinmek, kimsenin iç işlerine karışmamak, tüm uygar dünyanın dostu olmak Atatürk'ün Türkiye'ye getirdiği dış politika esaslarındandır. Yine yurt savunması dışında savaşmak, Atatürkçü düşünceye göre barbarlıktır. Türk ordusuna getirilen önemli ilkelerden biri de budur. Vatan savunması kutsaldır. Fakat başka ülkelerin topraklarını gasp etmek, barbarlık yapmaktır.
Atatürkçü düşüncenin dış politika anlayışının en önemli özetleyicisi ise ; ''Yurtta sulh; cihanda sulh'' ilkesidir. Hatay'ın ana vatana kan dökülmeden katılması, Yunan askerinin denize döküldüğü günlerde Atatürk'ün Türk-Yunan dostluğundan bahsetmesi gibi olaylar bu duruma dair birçok örnekten sadece birkaçıdır.
Türkiye, dış devletlerle olan ilişkilerinde; tam bağımsızlık, karşılıklı haklara saygı, iç işlerine müdahale etmeme ve ettirmeme, yurt içi ve dışında barış, dostluk ve gerçekçi, akılcı çözümlerle ilişkilere yaklaşma, her türlü kompleks ve ihtirastan uzak devlet münasebetlerine girme, hayalperest arzularla siyaset yapmama, Misak-ı Milli'den ve ulusal değerlerden ödün vermeden siyaset yapma ilkelerine dikkat etmiş ve etmeye devam etmelidir.
Türkiye'nin Kuruluş yıllarında Sovyetler Birliği ile kurduğu dostane ve sıcak ilişkilerde de sayılan ilkeler göz ardı edilmemiştir. Türkiye o yıllarda emperyalizme karşı mücadele verirken; Sovyet Rusya da Türkiye'ye dış yardımda bulunmaya çalışıyordu. Atatürk, bu dış yardımı ulusal geleneklerden ve tam bağımsızlıktan ödün vermemek, kendi prensiplerine bağlı kalmak şartlarıyla kabul ediyordu. Zira Türkiyeyi Bolşevikleştirmek hayali kuran Sovyet Rusya, Misak-ı Milli tezi iyiden iyiye belirince hayal kırıklığı yaşayacaktı. Aynı Sovyet Rusya bir taraftan bölgede Ermenistan devleti kurdurarak tampon bölge meydana getirmek istiyordu. Bu, Doğu Anadolu'ya yine el atma amacı taşıyan bir girişimdi. Devletler arası ilişkilerde kimse kimsenin kara kaşının kara gözünün hürmetine yardım etmez. Çıkarlar baş nedendir. Türkiye de bu durumun tabii farkındadır. Sovyet Rusya'dan Kurtuluş Savaşı yıllarında dış yardım alınırken karşılıklı çıkarlara dikkat edilmiş ve tam bağımsızlık ilkesi göz ardı edilmemiştir. Türkiye'nin Londra Konferasına katılma hamlesi, Sovyetler tarafından İngilizlere yakınlaşma kuşkusu doğurdu. Bu hamle Sovyetlerin Türkiye ile Moskova Anlaşması yapmasına yardımcı oldu.
Türkiye-Fransa arasındaki dostane ilişkiler 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşmasıyla perçinlendi. Türkiye, Fransa'dan Misak-ı Milli'yi tanımasını ve kapitülasyonlardan vazgeçmesini istiyordu. Fransızların önünde ise Sevr vardı. Türkiye'nin Kurtuluş Savaşındaki askeri başarıları ve dış politikadaki temel ilkelerden taviz vermez tutumu iki ülke arasında anlaşma zeminini Misak-ı Milli çerçevesinde oluşturdu. Böylece İngiltere ve Fransa'nın Türkiye'ye karşı birlikte oluşturdukları emperyalist birlik parçalandı.
Türkiye-İtalya ilişkilerinde; emperyalist ülkelerin İtalya'ya vaat ettikleri siyasi istekleri yerine getirmemesi, İtalya'nın TBMM'ye yakınlaşmasına yol açtı. Hatta İtalyanlar , Anadolu'da işgal ettikleri Antalya, Konya gibi kentlerde işgalci gibi davranmadılar. Dostane ilişkiler kurdular. Halka ve Kurtuluş Savaşı'na destek de dahi bulundular. İtalya, bir taraftan Türklerle savaşmanın zorluğunu Anadolu'da ortamı izleyerek fark etmişti Diğer taraftan müttefiklerinin de kendisine ihanet ettiğini düşündüğünden bu tür bir siyaset izlemeyi uygun gördü.
Türkiye- ABD ilişkileri kültürel düzeydeydi. ABD, yeni Türk devletini tanıma yoluna gitmiyor; sadece temsilci göndermekle yetiniyordu. Fakat Kurtuluş Savaşı ve sonrası ABD tarafından dikkatle takip ediliyordu. ABD'nin Anadolu'da açtığı kolejleri misyonerlik faaliyetlerinde bulunuyordu. Bu bölücülük faaliyetleri TBMM ve Atatürk'ün gözünden kaçmıyordu.
İngiltere, emperyalist çıkarları gereği Türkiye'yi baskı altında tutmaya çalışıyordu. İngilizler türlü dalaverelerle Kurtuluş Savaşını baltalamaya çalışıyordu. İsteklerinden bir türlü vazgeçmek istemediler. Fakat Türk ulusunun Kurtuluş Savaşı kararlılığı İngilizlerin geri adım atmasına yol açtı. Anadolu topraklarından çekilmeye başladılar. İstanbul'dan ''geldikleri gibi gittiler.'' Fakat iki yüzlü politikalarından masa başında da vazgeçmediler.
Atatürk'ten sonra ülke yönetiminde olan idareciler bahsi geçen dış politika ilkelerine uyduğu sürece bağımsız bir Türkiye ayakta kalmaya devam eder.
Derleyen : Ali ÇİMEN
Kaynak: Ergün AYBARS, Atatürk, Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi
Yorumlar
Yorum Gönder