Ana içeriğe atla

Tarihçilikte Objektiflik

    İnsan ilişkilerinin doğurduğu çeşitli sonuçlar, birbirini tetikleyerek günümüze doğru gelirken; tarih bilimi bu durumu inceler, yorumlar, değerlendirir. İnsanlığın ortak mirasına katkıda bulunmaya çalışır. İlişkilerin nedenlerini irdeleyen tarih bilimi ''NEDEN'' sorusunu sormayı araştırmacılık gereği sayar. Olayları neden-sonuç ilişkisi içerisinde ortaya koyar. Doğru olana tarafsız, nesnel yaklaşmaya çalışır. Olayların bulunduğu nokta, olayların geçtiği coğrafya, olaylardaki farklı boyutlar, olayların geçtiği zaman kavramları tarihin göz önünde bulundurduğu kavramlardır. 

   Üretim ilişkileri, araçları ve biçimlerinin üzerine eğilen tarih, kimi zaman da siyasi ilişkilerin, menfaat ilişkilerinin üzerinde yoğunlaşır. Tarih; incelerken bir ''SÜREÇ'' görür. Bu süreç dinamiktir, hareketlidir. Bu süreç su gibi akarken; bazen vadileri yarar; bazen menderesler oluşturur. Fakat hiç durmadan ilerlemesine devam eder. Günümüze kadar geldiğinde bize geçmişten bir şeyler yetiştirmiştir. Bize getirdikleri bizim geleceğe ilişkin fikirler üretmemizi, yatırımlar oluşturmamızı sağlar.

       Edward H. Carr '' ... tarihsel süreç süreklidir; bugünün geleceğe nasıl yansıyabileceğini bilmezsek, geçmişin bugüne nasıl dönüştüğünü hiç anlayamayız.'' der. Tarihsel bir süreç vardır; süreklidir. Bunun yansımalarının etkileri belirlenmeli ve kestirmeleri yapılmalıdır.  Bu süreci oluşturan, zincirin birer halkası olan olaylar, tarihçilerin araştırmasına maruz kalırlar. Tarihçi bu olayları ortaya koyarak tarihi zincir halkaları oluşturan kişidir.
     
     Bir tarih araştırmacısı, tarihteki olayları sadece  aktaran, fanatik bir futbol takımı taraftarı gibi davranan, olayları saptırıp yanlı davranan, işine gelen verileri toplayıp işine gelmeyenleri görmezden gelen hatta o belgeleri acımasızca yok etmeye çalışan, bir belgeye odaklanıp bakış açısını küçülten; kuşkuculuk, sezgicilik, takipçilik, nesnellik, yararcılık ve doğruculuk değerlerinden yoksun; kendi yaşadığı zaman ve mekana göre geçmişteki olaylara bakıp yanlış sorgulamalara düşen bir kimse olmamalıdır. Bir tarih araştırmacısı bahsi geçen hataları yapabilir. O zaman ortaya ''tarih bilimi'' çıkmaz. Eğer bir makine mühendisi, yanlış hesaplar yaparsa, kendi bilim dalının öğretisine uygun hareket etmezse kurduğu makine çalışmaz. Bir tarihçi de bir araştırmacı gibi davranmazsa insanlığı yanıltır. Mühendis, yaptığı hatanın farkına varıp verilerini tekrardan gözden geçirip sorgulamalar, saptamalar yaparsa makinesini çalıştırabilir. Tarih araştırmacısı da bir an önce yanlışını görmeli, bilimsel araştırma gerekliliklerine göre davranmalıdır. Bunu hayati önem arz eden bir iş yaptığının farkına varmasıyla gerçekleştirebilir. 

      Günümüzde kendi ideolojileri için sözde tarih araştırmacılığı yapan yanlı kişiler, sadece bulundukları kitleyi ve ideolojiyi beslemek amaçlı çalışırlar. Eğer bu tür insanlar, bilim çevrelerinde kabul ve saygınlık görürlerse ki kimi kesimlerce tescil edilirler; bu nedenden ötürü yaptıkları sözde tarihçilik özde tarihçilikten uzaklaşarak dogmatizme doğru ilerler. Böylece tarihçilik; yanlı, tutucu, baskıcı, skolastik bir hal alarak ilerlemeciliği güçleştirir. Çatışma, kaçınılmaz olur. 

      Türkiye'nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ''aydınlanma felsefesi'' görmezden gelinerek, şahsına ve yaptığı devrimlere çamur ve iftira atarak tarihçilik yapanlar, tarihin topluma olan yararcılık amacından uzaklaşmasını isteyen, uzun bir süreçte evrilerek gelen kazanımların yok olmaya gitmesini amaç edinmiş kişilerdir. Hastanede farklı görevi olan bir kişinin, kendi vazifesi olmayan ameliyatı kendisinin yapması nasıl sonuçlar doğurursa; bir tarihçinin yapması gerekenleri işin ehli olmayan kişilerin yapması cahilce sonuçlar doğurur.  



       Tarih bilimi, hayati önem taşıdığına göre, toplumları ilerlemecilik vasfıyla götürdüğüne göre bir tarihçi nasıl bir yöntem izlemelidir? Örnek bir olay üzerinden bunun incelemesi yapılabilir:

       24 Ekim 1929'da ABD'de başlamış ve daha sonra neredeyse dünyanın tamamını etkisi altına almış 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'nı ve bu bunalımın Türkiye'ye olan etkilerini inceleyen bir tarihçi; öncelikle tarih araştırmacılığındaki temel yöntemleri iyi kavramalıdır. Bilimsel araştırmasını belirleyen tarihçi; veri toplamaya başlamalı, kaynakları taramalıdır. Bazen ekonomik istatistikler, bununla ilgili yorumlar, ekonomistlerin bakış açısı ve değerlendirmeleri; bazen de dönemin gazete haberleri, makaleleri, anı yazıları, geçmiş çalışmaları...

    Veri toplama işini amaca uygun ve incelikle yapan araştırmacı, verilerin analizini yapmaya başlar. Analiz sırasında konuyu iyiden iyiye kavrar. Ortaya koyduğu tezi kanıtlamak için analiz edilen verilere nesnel, kuşkucu bir gözle bakar. Verilerin doğru olup olmadığına dair emin olmak için bu kaynakları aldığı kişileri de incelemeli, onların yaptığı çalışmaları hangi amaç için yaptıklarını bilmeli ve bu kaynakları dikkatli kullanmalıdır. Araştırmacı, eğer eline bir anı geçmişse ve bu anı araştırması için önem teşkil ediyorsa onu da kullanmalıdır. Fakat bu veriye bağlı kalmamalıdır. Çünkü anı yazanlar, kendi bakış açısını ortaya koyarlar. Bu bağlamda sadece istatistik veriler de tek başına kullanılmamalıdır. Bunları bütünlük içerisinde yapıtında bulundurmalıdır. Unutulmamalıdır ki yorumsuz tarih, olmaz.

   Araştırmacı veri analizi değerlendirmesi yapar. Bu aşamada gerekli ve gereksiz görülen veriler ayıklanır, elekten geçirilir. Sorun tespit edilir, ortaya konur. Öne sürülen hipotezler üzerine kafa yorulur. Yeni bir şey ortaya konmak istenir. 

    Tarih araştırmacısı; 1929 Ekonomik Bunalımı'nın görünür nedenleriyle birlikte daha aşağılarda duran pek de görünmeyen nedenlerine doğru iner. Neden-sonuç ilişkisini asla gözardı etmez. Ekonomik buhranı tetikleyen uzun bir sürecin olduğunu içselleştirir. Kapitalist- emperyalist gelişmelere bakar; dünyanın o zamanki koşullarını dikkate alır. I. Dünya Savaşı'nın sonuçlarına bakan tarihçi; bu buhranın tetikçilerine inmeye başlamıştır. Daha da aşağıda büyük ülkelerin kendi içindeki ekonomik krizleri, bunalımları, borç bataklıklarını görür. Ülkelerin birbirlerini nasıl borçlandırdığını fark etmiştir. Yoksulluk- varsıllık çizgisini irdelemiştir. Toplumların neler yaşadığını görür. Yalınlığa ve gerçekliğe daha net ulaşmaya başlar. Bunu bir de istatistik verilerle süslerse nesnel olanı farklı bir tarzda net bir biçimde ortaya koymuştur.

   Tarih araştırmacılığında farklılık meydana getirebilmek isteniyorsa topluma faydalı olmak amaçlanmalıdır. İnsan faaliyetlerini inceleyerek toplum faydalı tarihçilik anlayışında , ''Annales Tarihçiliği'' ekolünde bunu görebiliriz. Olaylardan oluşan geleneksel anlatının yerine, sorun odaklı bir analitik tarih; esasen siyasete odaklanan bir tarihin yerine, insan faaliyetlerinin tamamına eğilen bir tarih yapmak... İşte bu iki amacı gerçekleştirmek için diğer disiplinlerle ( Coğrafya, ekonomi, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, dilbilim gibi...) işbirliği yapmaya önem vermek... Bu tarzbir tarih yazıcılığı ve ekollerin içine giren bir tarih araştırmacısı bakış açısını geliştirebilir, çağ atlayabilir. Hatta tarihçi, farklı amaç güden tarih araştırmacısı! kişilerden bu bağlamda ayırt edilebilir.

   1929 Ekonomik Bunalımı'nı yazan tarihçi, yukarıda anlatılan bir üslupla ve ekolle neşteri vurur. Buhranın ABD'ye ve dünyaya olan etkilerini ortaya koyduktan sonra buhranın Türkiye'ye olan etkilerini kanıtlarıyla anlatır, yorumlar, somutlaştırır. Ekonomik buhranın ilk büyük yıkımının etkilerinin belli bir süre hissedileceğini belirten araştırmacı yıllar ilerledikçe büyük yıkımın azaldığını belirtir. Fakat tam bir yıkıma da neden olduğu sonucuna varır.  XX. yüzyılın gördüğü belki de en büyük yıkım II. Dünya Savaşı'nın altında Büyük Buhran yatmaktadır. Anlatılan bir oldu--bitti değil; bir süreçtir. Bu süreç günümüze kadar belli olayların etkileriyle ulaşır. Tarihçilik oldu-bittilerin, kesintilerin, masalların anlatımı değil; bizzat hayatın kendisini irdeleyen bir meseledir. Hamasi cümleler ile yapılan tarih, masal anlatmaktan öteye geçemez. 

    Tarih araştırması yapan kişi; evrak dogmatizmine düşmemeli, hangisi daha önemli ve doğruysa o veriyi kullanabilmelidir. En sağlam kaynak, bazen çok net duran bir resmi evrak olabilirken, bazen de kıyıda köşede kalmış önemsiz gibi duran bir evrak olabilir.  En sağlam kaynak bu kaynaktır  ya da en sağlam kaynak bu kişinin yazdığıdır, diye düşünmek tarihçiyi hataya sevk edebilir.  


      Tarih araştırmacısı popüler olmak için uğraşırsa, bunun için bir de yalanlar uydurur doğrulardan uzaklaşırsa tarihçiliği bilimin dışına itmeye başlar. Çok kıymetli tarih hocalarımın dediği gibi; ''tarihçi popüler olmaz, tarih popüler olmalıdır.''

    Günümüz Türkiyesinde  var olan  siyasi ve sosyal sorunlar geçmişten beri hala devam etmekte ve ülkemiz insanlarının yaşam hakkını bile elinden alma noktasına gelmiş ise bunda tarihçi ve aydın geçinen bir çok yanıltıcı kişinin parmağı olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu yanıltıcı kişi ve ideolojilerin yaşamak için bir dayanağa ihtiyaçları vardır. O dayanak da tarihtir. Abartı, yalan, yanlış hesaplar tarihçiliğin içine sıçrar. Tarafsız tarihçi olmak isteyenler, bunlardan uzak durmalıdır. Çünkü yapılan iş artık bilimsel, nesnel olmaktan çıkmıştır. Tarihçi, tarihi yazan kişidir. Tarihçi olmak isteyen kişi tarih bilimi yapmak isteyen kişi , kimliklerini bir kenara koymalıdır. Toplumlara hizmet etmek amacı ile işe koyulmalıdır. ''Cihanı dize getiren ecdadımız, kafirin elinden memleketi kurtardı... '' gibi hamaset ve koyu bir fanatizm, bir tarihçinin üslubu olamaz. 

        Tarihçi tabii yorum yapacaktır. Fakat yorumlar at gözlükleriyle değil, bilimsel bakış açısıyla olmalıdır. Tarihçinin de tabii ideolojileri, hayata dair fikirleri vardır. Bu fikirler ister istemez yapıtlarına da yansıyabilir. Fakat bu yansımalar belli bir yerde bulunur. Çünkü tarihçi yapıtında açığa kavuşturmaya çalıştığı durumu gözler önüne belgeli bir biçimde koymalıdır. İllaki yorumlar, fikirler üretecektir. Fakat okuyucun da bunları üretmesine izin vermelidir. 

    Tarihçi ''objektif'' olmakta kararlıysa, işe ''neden''sorusuyla başlamalıdır. Bu soru merakın ve araştırmacı olmanın da habercisidir. Geçmişi anlaşılır kılarak insanların bugünkü durumlarını anlamalarını sağlamak tarih biliminin temel amaçlarından biridir. Bu yüzden gerçeğin peşinden koşmak için objektiflik kaçınılmazdır.

   Tarih bilimi, diğer disiplinlerle işbirliği içerisinde insanlığa yardım etmeye, medeniyetlerin gelişmesini sağlamaya devam etmektedir. Tarihçiler objektif ve dürüst oldukları ölçüde insanlığa hizmet edebilirler.

   Lucien Febvre'nin tarih bilimi ile ilgili düşünceleri bir tarihçiye yol gösterebilecek niteliktedir:

       ''Kuşkusuz tarih yazılı belgelerle yapılır. Ama yazılı belgeler yoksa, onlarsız da yapılabilir ve yapılmalıdır. Balı alınacak her zamanki çiçeklerin yokluğunda, tarihçiliğin zengin buluşları içinde ne varsa hepsi kullanılarak yapılmalıdır. Sözlerle de tarih yapılabilir, resimlerle de toprak parçasıyla da çatı kiremitiyle de... Tarla biçimleri ve yaban otlarıyla da... Ay tutulması ya da at yularıyla da... Jeologların taş kanıtlarıyla da, kimyacının kılıçların madeni üzerine yaptığı araştırmalarla da... Bir sözcükle: İnsandan kalma olan, insana bağlı olan, insana yarayan, insanın dile getirdiği ve onun varlığını, uğraşlarını, zevklerini ve yaşam biçimlerin anlatan ne varsa, bunların hepsiyle tarih yapılabilir ve yapılmalıdır.''

       Tarihçilikte objektiflik üzerine Atatürk'ün aşağıdaki mutat sözleri, konumuzun özünü oluşturmaktadır:
          
        '' Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik kazanır.

Ali ÇİMEN


Kaynakça:

1- Carr, Edward, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, İmge yay. Ankara, 1992.

2- Burke, Peter,  Annales Okulu, Doğu Batı yay. Ankara, 2002.




         

     

    

        

















    


















         

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hicrî Takvim Miladi Takvime Nasıl Çevrilir?

Örnek: Hicrî 1431 yılını Miladi Takvime Çevirme Aşamaları: I. Aşama : 1441 Hicrî yıl 33 sayısına bölünür. Çünkü 1 Hicri yıl yaklaşık 354 gündür. Hicrî takvim kamerî, yani aya dayalı düzenlenir. Güneşe dayalı düzenlenen Miladi Takvimde ise 1 miladi yıl yaklaşık 365 gündür. İki takvim arasında bir yıllık sürede 11 günlük fark görülür. Bu fark toplamda her 33 yılda 1 yıl olmuş olur. 1431/ 33 = 43,36...→ yaklaşık 43. Böylece 33 yılda 1 yıllık farktan 1431 yılda kaç yıl fark olduğu ortaya çıkar. II. Aşama :  Yukarıda çıkan sonuç, Hicri yıldan çıkarılır. 1431-43= 1388 Böylece Hicri Takvimin Miladi takvim ile arasındaki fark düzeltilmiş oldu. III. Aşama : Yukarıda çıkan sonuç yıl farkı alınmış hicri tarihtir. Son olarak bu sonuca iki takvim arasında 622 yıl farkı eklenir. Hicrî Takvim başlangıcı, İslam Dini Peygamberi Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye Hicreti olayıdır. Bu olay Miladi 622'de olmuştur. 622 rakamı   iki takvim arasındaki yıl farkı

Tevaif-i Mülük Devletler Ne Demektir?

   Abbasi Devleti'nin (750-1258) merkezi otoritesinin zayıflaması ve Abbasiler'e bağlı yöneticilerin (Emir'ül Umeralar) kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile ortaya çıkan feodal devletlere Tevaif-i Mülük Devletler denir. Tevaif'ül Mülük Devletler, Abbasiler'in çözülmesine ve parçalanmasına zemin hazırlamıştır.  Ayrıca BKZ. → Emir'ül Umera Nedir? ↴ http://www.sessiztarih.net/2014/08/emirul-umera-nedir.html Tevaif-i Mülük Devletler    şunlardır: * Mısır 'da; - Tolunoğulları (Mısır'da kurulan ilk Türk- İslam Devleti) - İhşitler (Akşitler) (Mısır'da kurulan 2. Türk-İslam Devleti) Ayrıca BKZ. → Hicaz'a egemen olan ilk Türk devleti ↴ http://www.sessiztarih.net/2014/05/hicaza-egemen-olan-ilk-turk-devleti.html - Fatimiler (Şii Arap Devleti) * İran 'da; - Tahiriler - Saffariler - Büveyhoğulları * Horasan 'da; - Samanoğulları * Kuzey Afrika 'da; - Ağlebiler - İd

Yurt Açan-Yurt Tutan-Yurt Kurtaran Savaşları Nedir?

Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.    26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. " Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."    11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon  ( Myriokephalon)  Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamay