Ana içeriğe atla

Bolşevizmin Kemalizme Bakışı

    Atatürkçü düzen, laik demokrasiye ve idare şekli olarak Cumhuriyete bağlı olmayı gerektirir. ''Halkın her grubunun, bölümünün ya da sınıfının menfaatlerini aynı eşit severlik ve adalet anlayışı içinde temin etmeyi; kimsenin kimseyi ezmesine, istismar etmesine müsamaha etmemeyi esas tutar. Bir ülkede mevcut olan ekonomik grupların birbirinin vazgeçilmez tamamlayıcısı olduklarını ve birbirine muhtaç olduklarını benimser ve sınıfların mücadelesini reddeder. Bireysel ekonomik faaliyeti esas tutmakla beraber, devletin ekonomik düzenleyiciliğini,güdücülüğünü, bireylerin yapamayacağı, yapmak istemeyeceği veya sosyal fayda görülen ekonomik işlerin devlet tarafından yürütülmesini gerekli görür. Sol düşünceye sahip olanlar, Atatürkçülüğünün toplumcu yönünü kendi istek ve anlayışına göre kabul ederek alırlar, onun aynı zamanda milliyetçi, aynı zamanda bireyci olduğunu görmemezlikten gelirler.''

        Yukarıda da fikirlerini belirttiğimiz Hüseyin Cevizoğlu'na göre;  Atatürkçü anlayışın sınıfsal mücadeleyi reddettiği, sınıflar arası eşit sever bir anlayışta olduğu, toplumcu olduğu belirtilir. Kemalist düşünce; faşist, kapitalist, emperyalist bir yapıya tabii biçimiyle karşıysa; tabii haliyle dönemin şartlarında komünist, dışa kapalı bir yapıyı da reddeder.Bağımsız ve özgür bir ülke, o ülkede eşit vatandaşlık bağı ile sosyal bir devlete bağlı ulusu kabul eder. O ulusun yaşadığı topraklarda kendi iradesini kullanarak Cumhuriyet yönetiminde nasıl bir tarzda yaşamak istediğini söyler. Ütopik akımların uzağında kalarak akıl ve bilim liderliğinde yol kat etmek ister. Onun için önemli olan çağdaşlaşmadır. İlerlemedir. Eskimiş kurumları yıkıp yenisini getirmektir. Atatürkçü düşüncenin sömürüye karşı olması ve bundaki başarısı sanayide dışa bağımlılıktan uzaklaşıp ulusal kaynakların kullanılmasını, ekonomide devletin yapıcı ve yaptırıcı olmasını savunması teoride ve pratikte Komünist fikirler ile çelişmez. Kemalist devrimlerin çağdaşlığı ve ilerici yapısı da bunu destekler.


      Kurtuluş Savaşı'na dair Marksist tahliller;bu savaşın bir sınıfsal niteliği olduğu, ulusal burjuvazi önderliğinde verildiğini belirtir. Bu güç ''ticaret burjuvazisi'', ''orta sınıf'' ya da ''orta küçük burjuvazi'' biçiminde sınıflandırılmaktadır. Harekete öncülük eden ve hareketi örgütleyen eşraf ve asker-sivil aydınlar bu meyanda görülmektedir. Kurtuluş hareketinin sınıfsal niteliğini belirlemede ''burjuva devrimci Türkiye'' (Stalin), ''Türkiye'de burjuva milli devrimi'' (Komünist enternasyonal Programı) biçiminde tanımlamalar yapılmıştır. 

       Marksist tahlil, devlet ve toplum ilişkileri açısından da popülist eleştiriden farklı değerlendirmeler yapmaktadır. Bu açıdan devlet ve iktidar, toplumu ilerletici tarihsel bir işlev görmektedir. K. Steinhaus; '' 1920 ile 1930 yılları arasında Türkiye, politik yapısı açısından bir burjuva devleti eğiliminde olmasına rağmen hiç de bir burjuva toplumu belirtisi gösteremiyordu... Türkiye'de devlet, adeta burjuva toplumundan önce doğmuştu.''  diye belirtir.

       Yalçın Küçük ise ''Marksist Damar'' adlı eserinde şu bakış açısını belirtir: ''Hegel sonsuz hareketsizliğin ve Ricardo sınırsız hareketliliğin ürünleri oldular... Türkiye ise doğanın ve toplumun hareketlendiği bir dönemde yüzeysel ve son derece sınırlı hareketliliği aşamadı. Cumhuriyet dönemi de 20. yüzyılın ikinci yarısından sonrasına kadar aynı çizgileri taşıdı. Türkiye'nin uzun sınırlı ve yüzeysel hareketlilik çizgisi, teorik kısırlığını doğurdu. Kemalizmi bu çerçevede ve eğer kabul ediliyorsa bu ışıkta ele almak gerekir. Felsefi yanı olmayan, entelektüel tarafı son derece zayıf  bir politik program olarak çıkıyor ve Türkiye'nin teorik sığlığında kendisini ''doktrin'' olarak sunabiliyor. Tanzimat'ı ve Sultan Hamid'i aşırı ölçüde sansür etmesi,  II. Mahmut'tan derin bir biçimde etkilenmesini ve gerçekte Hamidizm'in sınırlı değişikliğe uğramış bir ortamda devamı olmasını, gözlerden gizlemesine yarıyor.''  

      Görüldüğü gibi Cumhuriyet Devriminin yetiştirdiği, devrimin eğitim politikalarıyla en ücra köşelerden çıkarılıp eğitim fırsatı olan bireyler çeşitli farklı ideolojileriyle, fikirleriyle Türkiye toplumunun içinde aydın olarak rol almaya başladılar. Cumhuriyet Devrimi, Marksistler ve İslamcılar da dahil olmak üzere birçok aydın, yazar, siyasetçi yetiştirdi. Bu devrimi, II. Mahmut reformlarıyla genel bir kıyaslama yapmak yanlış olduğu gibi, II. Abdülhamit dönemiyle kıyaslamak da bir hayli zorlamadır. Gelinen süreçte aydınların halka inememe yeteneksizliği, Türk halkının ve Cumhuriyet devriminin her türlü alanda hızının yavaşlamasına bir nebze de olsa etkili olmuş olabilirdi.

      Marksist aydınlar; Atatürk devrimine genel geçer söylersek özellikle de bir dönem bu gözlüklerle baktılar. Türk devriminin bir burjuva devrimi olduğu, din baskısının sansür edilerek akıl ve bilim ışığına yürüme, devrim yapan orta-küçük burjuvazinin belki de devlet kurulduktan sonra ortaya çıktığı fikirlerini ortaya koydular.

      Temel toplumsal reformların tam anlamıyla gerçekleştirilememesi, toprak reformunun yapılamayışı, emekçi halk kitlesinin örgütlenme hakkının gecikmesi ,işçi ve köylüyü ezen burjuva karakterini ortaya koyması, sanayileşmede çok büyük başarıların gösterilememesi gibi eleştiriler, Marksist aydınların Türk devrimine eleştirileridir. Türk devriminin henüz 100 yıllık kısır bir süreçte ve kısır iç ve dış ters dinamiklerin etkisine maruz kaldıklarını, Anadolu'daki bin yıllık feodal yapının devrilememesinin bu bağlamda ele alınması gerektiğini daha iyi algılayabilirler. Yapılan her bir devrimin süreç içinde yoğrulmasına Türkiye'de her türlü fikirde aydının katkısı, halkı bilinçlendirme seviyesi ve yeteneği ile doğru orantılı olabilir. Bolşevik Devriminin iç ve dış koşulları ile Cumhuriyet devriminin iç ve dış koşulları  farklı özellikler de içerdiğinden duruma bakarken alacağımız duruş daha geniş bir perspektif olmalıdır. 

Kaynaklar:

1-Hüseyin Cevizoğlu, Atatürkçülük
2-Bülent Tanör, Kuruluş
3- Yalçın Küçük, Marksist Damar
4-Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi    



Ali ÇİMEN













  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yurt Açan-Yurt Tutan-Yurt Kurtaran Savaşları Nedir?

Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.    26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. " Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."    11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon  ( Myriokephalon)  Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamay

Atatürk ve Dayısının Çiftliğindeki Günleri

Mustafa Kemal'in Çiftlik Hayatı Mustafa Kemal, Selanik Şemsi Efendi İlkokulu'nda okulun altıncı sınıfında, yani orta kısmının ikinci bölümünü de bitirdiği dönemde babası Ali Rıza Efendi'yi kaybetmenin (28 Kasım 1893) acısını yaşadı. Şok yaşayan aile Zübeyde Hanım'ın isteği üzerine bir müddet Selanik yakınlarındaki Langaza'ya gitti. Orada küçük Mustafa'nın dayısı Hüseyin Ağa, çiftlikte çalışıyordu. Zübeyde Hanım maddi zorluklar yüzünden bu tercihi yapmıştı. Çiftlikte dayısı Hüseyin Ağa ile birlikte çiftlik işlerine yardım etti. Doğayla iç içe oldu. El becerilerini geliştirdi. Bakla tarlsında bekçilik yaptı. Bu çiftlikte bir dönem kalan Mustafa Kemal öğrenim hayatına da ara vermek zorunda kalmıştı. Mustafa'yı buradaki Rum Kilise Okulu'na yollamayı düşünmüşlerse de kendisi buna karşı çıkmıştı. Çiftliğin Arnavut yazıcısı Kamil Efendi'nin ve komşuları Hatice Hanım'ın verdiği derslerden de memnun kalmamıştı. Eğitim imkanından yoksun kalan bu

Gülbank Duası Nedir?

      Tekke âyinlerinde, saraylarda yapılan merâsimlerde, yeniçerilerin törenlerinde hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi ya da duâlara GÜLBANG (Gülbank) denir.   Gülbanklar genellikle Türkçe ve topluca edilen dualardır.  Allah'a yalvarıp yakarma için söylenen dualardır. Yapılacak, ortaya konulacak iş; hayır, mutluluk, başarı getirsin diye yapılan dualardır.   Osmanlıca sözlükte ise Gülbang-ı Muhammedî, ezan demektir. Yeniçeri Gülbankı    Özellikle Bektaşilik, Mevlevîlik ve diğer bazı tarikatlarda çok yaygın bir dua geleneğiydi. Osmanlı Devleti'ndeki en stratejik askeri bölüklerden biri olan Yeniçeri Ocağı'nda bu gelenek yüzlerce yıl sürdürüldü. Yeniçeriler Bektaşîydi,  Ocağ-ı Bektaşîyân'dı.   Ayrıca  Mehteran Bölüğünde mehterbaşı da gülbank okurdu.      Özellikle tarihi Edirne Kırpınar Yağlı güreşlerinde ve diğer yağlı güreşlerde gülbank geleneği günümüze dek sürdürülmüştür. Yine esnaf teşkilatı olan Ahilikte, çıraklık, kalfalık ve ustalık törenl