Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk İle Bolşeviklerin İlişkisine Dair Kısa Bakış
Sovyetler Birliği, Anadolu ve Boğazlara sahip dost veya hiç değilse kendisine düşman olmayan bir Türkiye'nin varlığını kendi çıkarları açısından yararlı görüyordu. Kafkasya'da kurulan baraj ancak Türkiye ile iş birliği yapılarak yıkılabilirdi. Sovyetler, Türkiye'nin emperyalizme karşı Bağımsızlık Savaşı yapmasının, Türkiye'nin Sovyetleşebileceğine; böylece bütün İslam dünyasının da kazanılabileceğini düşünerek umutlanıyorlardı. Bu durumda Türk İstiklal Hârbini olumlu karşılıyorlardı. Bakü'de yapılan III. Enternasyonal'in kararları da Sovyetlerin bütün Müslüman uluslar üzerinde etkili olması için Türkiyeyi desteklemesine bir başka nedendi. Sovyet Rusya, Türkiye'nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmasının bütün sömürgelere örnek olabileceğini, sömürgelerin de ayaklanması sonucu bunları sömüren Avrupa ülkelerinin fakirleşerek kapital sistemin çökeceğini düşünüyorlardı. Türkiye'nin tabii bir biçimde Sovyetler ile anlaşması gerektiğini düşünüyorlardı.
Milli bağımsızlık ve milli geleneklerden taviz vermemek şartıyla dıştan gelen her türlü yardımın kabul edileceğini belirten Mustafa Kemal'in tezi, hiç kuşkusuz Sovyetlerin niyetine ters düşüyordu. M. Kemal daha Amasya Genelgesinin ilan edildiği tarihte Sovyetler ile iyi ilişkilerin kurulması gerektiğini görmüş; fakat Sovyetlerin Türkiyeyi Bolşevikleştirmek istediklerini sezdiği için ulusal bağımsızlık ilkesine ters düşen bu istekleri çok dikkatli bir biçimde engellemişti. Erzurum ve Sivas Kongreleri, Misak-ı Milli Kararları ile Türkiye'nin tezi açıkça belirince Sovyetler bundan hoşlanmadılar.
Sovyet Rusya, yeni kurulan BMM hükümeti ile olumlu temaslarda bulunuyordu. Anti-emperyalist bir Anadolu hareketi bölgede, Sovyetlerin işine nasıl yaramazdı ki!.. Öyle ki Bolşevikleşebilecek bir Anadolu ve Sovyetlerin boğazlara ve sıcak denizlere inme hayalleri uykularını süslüyordu. Mustafa Kemal'in Misak-ı Milli direnci ise onları uykularından uyandırmıştı. Sovyet Rusya'nın çıkarları ile Misak-ı Millinin duruşu zıtlıklar gösterebiliyordu. Bu durum bir yana Sovyet Rusya, anti-emperyalist bir harekete maddi ve manevi destekte bulundu. Mustafa Kemal de ne olursa olsun Sovyetlerin tavrını sezinlemişti. Fakat onlardan yardım geleceğini de fark etmişti.
Ali Fuat Cebesoy, ''Milli Mücadele Hatıraları'' adlı eserinde; Garp Cephesi Kumandanıyken, 27 Ekim 1921'de, Türkiye Komünist Partisi Umumi Kâtibi Hakkı Behiç imzalı bir şifre aldığını, bu şifrede III. Enternasyonale bağlı bir Türkiye Komünist Partisinin kurulduğunu, durumun hükûmetçe tasdik edildiğini öğrenmiş bulunduğunu yazmaktaydı. ''Bu şifre, fikrimi alt-üst etti.''der. Eskişehir'deyken Mustafa Kemal Paşa'dan 31 ekim tarihli aşağıdaki telgrafı aldığını belirterek durumu anlatmaya devam ediyor:
''Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine;
Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya'da bile kâbiliyet-i tatbikiyesi hakkında sarih kanaatler hasıl olamadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber dahilden ve hariçten muhtelif maksatlarla bu cereyanın memleketimiz dahiline girmekte olduğu ve buna karşı makûl tedbir alınmadığı takdirde milletin pek ziyade muhtaç olduğu vahdet ve sûkununu muhil ahvalin husus da daire-i imkanda görülmüştü. En makul ve tabii tedbir olarak aklı başında arkadaşlardan hükümetin malumatı tahtında bir Türkiye Komünist Fırkası teşkil ettirmek olacağı düşünüldü. Bu takdirde memlekette bu fikre müteallik bütün cereyanları bir muhassalaya icra etmek mümkün olabilir. Heyet-i Müteşebbisesi ve otuz kişiden mürekkep bir merkezi umumi meyanında güzide arkadaşlarımızdan Fevzi, Ali Fuat, kazım Paşalarla, Refet ve İsmet Beyler'in de gizli olarak dahil bulunmasını muvafık gördüm. Bu sayede bu memleketi tutan ve maksad-ı millimizin kahramanı bulunan arkadaşlarımız bu teşkilatta zimethal bulunacaklar ve onların malûmat ve teşebbüsatı cereyan- teşebbüsat üzerinde amil olacaktır. Katib-i Umumi ilan edilen sabık Dahiliye Vekili Hakkı Bey tarafından yazılan ilk mektubu şifre ve tahrirat olarak arkadaşlara takdim ettim. Orada bir nebze malumat vardı. Bugün icraat-ı maddiyemizde kabiliyet-i tatbikiyesi bulunup ve maksat-ı millimizi istihsalde kuvvetbahş olan hususda atf-ı ehemmiyet eylemek tabiidir.Sosyalizm ve komünizm prensiplerinden hangileri ve ne dereceye kadar bizce kabili tatbik ve hazım kabul görüleceği Türkiye Komünist Partisi propagandasına mukabil milletin tezahürat-ı fikriyesiyle ve zamanla anlaşılacaktır. Ordunun her vakitten ziyade büyük bir inzibat ile kumandanlarının eli altında bulunmasına son derece dikkat ve ehemmiyet atfolunmalıdır. Komünizm cereyanı nihayet ordunun en büyük kumandanlarının eli altında bulunmasına son derece dikkat ve ehemmiyet atfolunmalıdır. Komünizm cereyanı nihayet ordunun en büyük kumandanlarında kalmalıdır.Ar-ı hürmet ederim''
Büyük Millet meclisi Reisi Mustafa Kemal
M. Kemal'in Bolşeviklere bakış açısı nettir. Ali Fuat Paşa'ya gönderilen telgrafta; Türkiye Komünist Fırkası'nın kurularak, bu akımın Türkiye'ye olan etkilerinin kontrol edilmesi, bir çatıda toplanılarak tehlike yaratmaması amaçlanmıştır. Bu süreçte Mustafa Kemal, bu fırkanın propagandasının halkın fikrine ne kadar etki edeceğini de zamana bırakmıştır.
Ali Fuat Paşa'nın anılarından hareketle; büyükelçi olarak Moskova'ya hareketinden önce Türkiye Komünist Fırkası Umumi Kâtibi ve eski İçişleri Bakanı hakkı Behiç Bey ile olan görüşmesini ve bu görüşmede Hakkı Behiç Beyin komünist fırka hakkında söylediklerine bakalım:
''Yeşil Ordu Cemiyeti lağvedildikten bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa, komünist namıyla ve tamamen Rus inkılâbının aynını istihdaf etmek şartıyla bir fırkanın teşkilini bana teklif etmişti. Bu teklif, Rusya'dan gelmekte olan bir tehlikenin ilham ettiği bir fikir mahsulü ve siyasi zaruret şeklinde olarak izah edilmişti. Ben de bu vazifeyi bir fedakarlık telakki ve kabul etmiştim. Çünkü komünist fırkası namıyla ortaya çıkmakla çok kuvvetli husumetleri üzerime çekecektim. Bu fırkanın bizim memlekette gayesine göre bir idare vücuda getirmesi adeta muhal iken, ben muhalli temenni eden bir adam vaziyetinde kalacaktım. Komünizm haricindeki hiçbir fırka namına bir daha hayat-ı siyasiyeye çıkamamak ıstırarına düşecektim. Bunların hepsini düşündüm. Fakat reddedersem o sırada memleket için birtakım faydalar temin edebilmesi memul bir hizmetten çekiniyor gibi bir vaziyet almaktan korkarak kabulü muvafık buldum. Teşkilata başladık. Rus sefaretinin el altından idare ettiği zümreler vardı. Yeşil Ordu'nun tatil-i faaliyet kararını kabul etmeyen azası vardı. Bunların hepsini toplamak, makul ve salim mecralara sokmak, memlekette Rus Bolşevizmi ile Müslüman sosyalizmini tefrik edebilmek mühim bir iş olacaktı. Benimle çalışan arkadaşlarım arasında çok miskin ve hasis hislerle faaliyetimizi tehir edenler bulunmasına, bunların az veya çok şuradan buradan teşvik ve muzaheret de görmüş olmalarına rağmen bu meselede sonuna kadar sebat etmeyi bir namus borcu bilmiştim.''
Hakkı Behiç Bey; Atatürk'ün kendisini Bolşevik fikirleri bir ortamda toplaması için görevlendirdiğini belirtiyor. M. Kemal'in bir taraftan büyük düşman olarak gördüğü sömürgeci devletlerle mücadelesini yaparken; diğer taraftan da sonunda ne olacağı henüz belli olmayan Bolşevik-Marksist-Leninist fikir akımının etkilerinin Milli Mücadele için bir risk oluşturabileceğini gördüğü ve tedbirleri tam bağımsızlık düşüncesine göre uyguladığı açıktır.Dünya üzerinde ilk kez Marksist pratiklerin ortaya konulduğu bir dönemde, bu akımın sonuçlarının ne olacağının belli olmadığı bir dönemde bu akımı Anadolu'da kontrol altında tutmak; Milli Mücadele başarıya ulaştığında bir oldu-bitti ile karşılaşma riskini aza indirebilmişti. Mustafa Kemal Paşa'nın; ''...her ihtimale karşı milli varlığın korunması için dıştan yardım ve kuvvet alınması gerekirse, kendi prensiplerimize bağlı kalmak şartıyla her kaynaktan yararlanmayı kabul ederiz.'' sözleri de ulusal bağımsızlık açısından duruma bakıldığı savımızı net olarak destekler.
Büyük Millet meclisi Reisi Mustafa Kemal
M. Kemal'in Bolşeviklere bakış açısı nettir. Ali Fuat Paşa'ya gönderilen telgrafta; Türkiye Komünist Fırkası'nın kurularak, bu akımın Türkiye'ye olan etkilerinin kontrol edilmesi, bir çatıda toplanılarak tehlike yaratmaması amaçlanmıştır. Bu süreçte Mustafa Kemal, bu fırkanın propagandasının halkın fikrine ne kadar etki edeceğini de zamana bırakmıştır.
Ali Fuat Paşa'nın anılarından hareketle; büyükelçi olarak Moskova'ya hareketinden önce Türkiye Komünist Fırkası Umumi Kâtibi ve eski İçişleri Bakanı hakkı Behiç Bey ile olan görüşmesini ve bu görüşmede Hakkı Behiç Beyin komünist fırka hakkında söylediklerine bakalım:
''Yeşil Ordu Cemiyeti lağvedildikten bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa, komünist namıyla ve tamamen Rus inkılâbının aynını istihdaf etmek şartıyla bir fırkanın teşkilini bana teklif etmişti. Bu teklif, Rusya'dan gelmekte olan bir tehlikenin ilham ettiği bir fikir mahsulü ve siyasi zaruret şeklinde olarak izah edilmişti. Ben de bu vazifeyi bir fedakarlık telakki ve kabul etmiştim. Çünkü komünist fırkası namıyla ortaya çıkmakla çok kuvvetli husumetleri üzerime çekecektim. Bu fırkanın bizim memlekette gayesine göre bir idare vücuda getirmesi adeta muhal iken, ben muhalli temenni eden bir adam vaziyetinde kalacaktım. Komünizm haricindeki hiçbir fırka namına bir daha hayat-ı siyasiyeye çıkamamak ıstırarına düşecektim. Bunların hepsini düşündüm. Fakat reddedersem o sırada memleket için birtakım faydalar temin edebilmesi memul bir hizmetten çekiniyor gibi bir vaziyet almaktan korkarak kabulü muvafık buldum. Teşkilata başladık. Rus sefaretinin el altından idare ettiği zümreler vardı. Yeşil Ordu'nun tatil-i faaliyet kararını kabul etmeyen azası vardı. Bunların hepsini toplamak, makul ve salim mecralara sokmak, memlekette Rus Bolşevizmi ile Müslüman sosyalizmini tefrik edebilmek mühim bir iş olacaktı. Benimle çalışan arkadaşlarım arasında çok miskin ve hasis hislerle faaliyetimizi tehir edenler bulunmasına, bunların az veya çok şuradan buradan teşvik ve muzaheret de görmüş olmalarına rağmen bu meselede sonuna kadar sebat etmeyi bir namus borcu bilmiştim.''
Hakkı Behiç Bey; Atatürk'ün kendisini Bolşevik fikirleri bir ortamda toplaması için görevlendirdiğini belirtiyor. M. Kemal'in bir taraftan büyük düşman olarak gördüğü sömürgeci devletlerle mücadelesini yaparken; diğer taraftan da sonunda ne olacağı henüz belli olmayan Bolşevik-Marksist-Leninist fikir akımının etkilerinin Milli Mücadele için bir risk oluşturabileceğini gördüğü ve tedbirleri tam bağımsızlık düşüncesine göre uyguladığı açıktır.Dünya üzerinde ilk kez Marksist pratiklerin ortaya konulduğu bir dönemde, bu akımın sonuçlarının ne olacağının belli olmadığı bir dönemde bu akımı Anadolu'da kontrol altında tutmak; Milli Mücadele başarıya ulaştığında bir oldu-bitti ile karşılaşma riskini aza indirebilmişti. Mustafa Kemal Paşa'nın; ''...her ihtimale karşı milli varlığın korunması için dıştan yardım ve kuvvet alınması gerekirse, kendi prensiplerimize bağlı kalmak şartıyla her kaynaktan yararlanmayı kabul ederiz.'' sözleri de ulusal bağımsızlık açısından duruma bakıldığı savımızı net olarak destekler.
Bağımsızlıktan ödün verilmeden başlatılan Türk-Sovyet ilişkilerindeki yakınlaşma Anadolu'da gizli komünist örgütlerin kurulmasına yol açmıştı. O dönem kurulan komünist örgütlenmelere bakacak olursak;
1- Yeşil Ordu Cemiyeti (Hem gizli hem açık)
2-Türkiye Komünist Partisi (Gizli)
3-Türkiye Halk İştirakiyun Partisi (Açık)
4-Türkiye Komünist Partisi (Açık ve resmi, M. kemal tarafından komünist faaliyetleri toplayıp kontrole almak amaçlı kurulmuştu)
Bu örgütlenmelerden ilk üçü Sovyetler ile ilişki kurarak yıkıcı ve bölücü çalışmalara başladılar. Ethem ve kardeşlerinin de bu örgütle birleşmesiyle durum daha da tehlikeli boyutlara ulaştı. Bu örgütlenmeleri yürütebilmek için Kars üzerinden Erzurum'a gelen Mustafa Suphi, Ankara'ya gitmek istediyse de alınan önlemlerle geri dönmeye razı edilerek Trabzon'a gitti... Trabzon'da bindiği tekne, 28-29 Ocak 1921 gecesi, yolda, Yahya Kaptan'ın adamları tarafından durduruldu. Mustafa Suphi ve 17 arkadaşı bu kişiler tarafından öldürüldü. Bu cinayetin şüphelileri Ankara Hükümeti, Sovyetler ya da Envercilerdi. Tartışmalar bu meyanda döner. Kurtuluş Savaşı'nın tartışmalı konularından biri Mustafa Suphi Olayı olarak kayda geçer. Cinayetin kim tarafından işlendiği yönündeki deliller tam anlamıyla yeterli olamamaktadır. Kesin ve net bir delil bulunamamıştır. Cinayeti azmettiren Yahya Kaptan'ın Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu, Enver Paşa'ya yakın olduğu; Yahya Kaptan ve adamlarının Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Barutçuzade Hacı Ahmet Efendi'nin emrinde oldukları, zaten Hacı Ahmet Efendi'nin de Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu bilindik bir durumdur. Yine bir başka gerçek ise bu olayda partinin hazinesinin çalınmasıdır. Sovyetlerin bu cinayeti tezgahladığı iddiaları ise güçsüz kalmaktadır.
R. Nuri İleri ise olay hakkında şu bilgileri vermektedir:
''Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi hakkında bir de İsmet Bozdağ'ın, Mustafa Suphi'yi Kim Öldürttü, Atatürk mü, Lenin mi? kitabı var. Bu kitap her türlü ciddiyetten uzaktır, tine de yanıtlanması gerekir İsmet Bozdağ'ın tezi şudur: Mustafa Suphi, Sultan Galiyev'in sekreterliğini yapmıştır. Bu nedenle eğer Türkiye'ye hakim olsa Çin Denizi'ne kadar Türk ve Müslümanların hakimi olabilirdi. Lenin bundan çekindi. Bu nedenle Sovyetler onun öldürülmesine ön ayak oldular... 1921'de Sultan Galiyev, Komünist Parti üyesi ve Tatar devletinin yöneticilerindendir. Ancak sonra, 1923'te, partiden ihraç edilecektir.Mustafa Suphi öldürüldüğünde ''Mustafa Suphi ve Yapıtı'' başlıklı önemli bir yazı yayımlamıştır. Bunda Suphi'nin bütün görev ve faaliyetleri yer almaktadır. Oysa böyle bir sekreterlik söz konusu değildir. Böyle bir iddianın hiçbir temeli yoktur. Oysa Suphi, o dönemde iktidarda olan ünlü bir Sovyet yöneticisinin sekreteri olsaydı bile bu durum, Sovyet yönetiminin ondan korkması ve onu öldürmesi için bir neden teşkil edemezdi. Kitaptaki tez her türlü mantığın dışındadır.''
Yeşil Ordu Cemiyeti, İslam Sosyalizmi çalışmaları yapmaya başlamış; önlemler alınmasına rağmen gizli komünist parti ile birleşerek Halk İştirakiyun Partisi kurulmuş, hatta bu parti III. Enternasyonale kabul edilmişti. Sonuç olarak Türkiye'de Kurtuluş Savaşı yapılırken Bolşeviklerin Ankara Hükümeti'ni tamamiyle yanlarına çekme düşüncesi olmuş ama bu hareketler Ankara tarafından denetim altına alınarak amacına ulaşamamıştı.
Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardımlaşma çabalarında bulunan TBMM Hükümeti, Sovyetler tarafından yürütülen bu yıkıcı çalışmalara bir süre göz yumdu. Cemiyetin askeri yönünü oluşturan Çerkez Ethem'in kuvvetlerinin İnönü'de yok edilmesi ve 16 Mart 1921'de Sovyetler ile Moskova Anlaşmasının imzalanmasından sonra Ankara İstiklal Mahkemesi aracılığıyla bu kuruluşların tasfiyesine gidildi.
İstiklal Savaşı yıllarında Sovyet yardımı da üzerinde durulması gereken bir konudur. Sovyet Rusya; maddi ve manevi olarak kendi çıkarları doğrultusunda TBMM hükümetini desteklemişti. Destekle birlikte Kars, Ardahan, Batum gibi vilayetler için toprak taleplerinde bulunmuşlardı. Bu talepler reddedilmeye çalışıldı. Fakat Misak-ı Milli'nin Sovyetler Birliği tarafından resmi kabulü şartıyla 16 Mart 1921 Moskova Anlaşması'nda Batum, Sovyetlere bağlı Gürcistan'a geri verildi.
Mustafa Kemal'in dış politikasında tam bağımsızlık ve Misak-ı Milli koşulu; gelen dış yardımların bir yabancı himayeye dönüşmesine, ülkenin içişlerine karışılmasına bir set olmuştur.
Lenin'in, Ankara Sovyet elçisi Aralov'a söyledikleri ise Bolşeviklerin M. kemal'i nasıl gördüğüne dair net bir bakış kazandırır:
''Mustafa Kemal tabi ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini yönetiyor. ilerici, akılcı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir Kurtuluş Savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve padişahı da yardakçıları ile birlikte silip süpüreceğine inanıyorum.''
R. Nuri İleri ise olay hakkında şu bilgileri vermektedir:
''Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi hakkında bir de İsmet Bozdağ'ın, Mustafa Suphi'yi Kim Öldürttü, Atatürk mü, Lenin mi? kitabı var. Bu kitap her türlü ciddiyetten uzaktır, tine de yanıtlanması gerekir İsmet Bozdağ'ın tezi şudur: Mustafa Suphi, Sultan Galiyev'in sekreterliğini yapmıştır. Bu nedenle eğer Türkiye'ye hakim olsa Çin Denizi'ne kadar Türk ve Müslümanların hakimi olabilirdi. Lenin bundan çekindi. Bu nedenle Sovyetler onun öldürülmesine ön ayak oldular... 1921'de Sultan Galiyev, Komünist Parti üyesi ve Tatar devletinin yöneticilerindendir. Ancak sonra, 1923'te, partiden ihraç edilecektir.Mustafa Suphi öldürüldüğünde ''Mustafa Suphi ve Yapıtı'' başlıklı önemli bir yazı yayımlamıştır. Bunda Suphi'nin bütün görev ve faaliyetleri yer almaktadır. Oysa böyle bir sekreterlik söz konusu değildir. Böyle bir iddianın hiçbir temeli yoktur. Oysa Suphi, o dönemde iktidarda olan ünlü bir Sovyet yöneticisinin sekreteri olsaydı bile bu durum, Sovyet yönetiminin ondan korkması ve onu öldürmesi için bir neden teşkil edemezdi. Kitaptaki tez her türlü mantığın dışındadır.''
Yeşil Ordu Cemiyeti, İslam Sosyalizmi çalışmaları yapmaya başlamış; önlemler alınmasına rağmen gizli komünist parti ile birleşerek Halk İştirakiyun Partisi kurulmuş, hatta bu parti III. Enternasyonale kabul edilmişti. Sonuç olarak Türkiye'de Kurtuluş Savaşı yapılırken Bolşeviklerin Ankara Hükümeti'ni tamamiyle yanlarına çekme düşüncesi olmuş ama bu hareketler Ankara tarafından denetim altına alınarak amacına ulaşamamıştı.
Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardımlaşma çabalarında bulunan TBMM Hükümeti, Sovyetler tarafından yürütülen bu yıkıcı çalışmalara bir süre göz yumdu. Cemiyetin askeri yönünü oluşturan Çerkez Ethem'in kuvvetlerinin İnönü'de yok edilmesi ve 16 Mart 1921'de Sovyetler ile Moskova Anlaşmasının imzalanmasından sonra Ankara İstiklal Mahkemesi aracılığıyla bu kuruluşların tasfiyesine gidildi.
İstiklal Savaşı yıllarında Sovyet yardımı da üzerinde durulması gereken bir konudur. Sovyet Rusya; maddi ve manevi olarak kendi çıkarları doğrultusunda TBMM hükümetini desteklemişti. Destekle birlikte Kars, Ardahan, Batum gibi vilayetler için toprak taleplerinde bulunmuşlardı. Bu talepler reddedilmeye çalışıldı. Fakat Misak-ı Milli'nin Sovyetler Birliği tarafından resmi kabulü şartıyla 16 Mart 1921 Moskova Anlaşması'nda Batum, Sovyetlere bağlı Gürcistan'a geri verildi.
Mustafa Kemal'in dış politikasında tam bağımsızlık ve Misak-ı Milli koşulu; gelen dış yardımların bir yabancı himayeye dönüşmesine, ülkenin içişlerine karışılmasına bir set olmuştur.
Lenin'in, Ankara Sovyet elçisi Aralov'a söyledikleri ise Bolşeviklerin M. kemal'i nasıl gördüğüne dair net bir bakış kazandırır:
''Mustafa Kemal tabi ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçı... Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini yönetiyor. ilerici, akılcı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup Sovyet Rusya'ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir Kurtuluş Savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve padişahı da yardakçıları ile birlikte silip süpüreceğine inanıyorum.''
Kaynaklar:
1- Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 287, Eylül 2000
2-Abdi İpekçi, İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, s.126.
3-Rasuh Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm,s. 203.
Ali ÇİMEN
1- Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 287, Eylül 2000
2-Abdi İpekçi, İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, s.126.
3-Rasuh Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm,s. 203.
Ali ÇİMEN
Yorumlar
Yorum Gönder