Ana içeriğe atla

31 Mart Vak'asına Bakış

I. BÖLÜM: 31 Mart Vak'asından Önceki Durum

A. I. Meşrutiyetin İlanına Kadarki Süreç

     Osmanlı, imparatorluğun en uzun yüzyılı olarak tabir edilen XIX. yüzyılda, dağılma sürecine girmişti. İç ve dış politikada büyük sorunlarla karşı karşıya kalan Osmanlı; Avrupalı sömürgeci ülkeler tarafından ''Hasta Adam'' olarak tabir ediliyordu. Fransız İhtilali'nin doğurduğu milliyetçilik,  Avrupalıların da kışkırtmasıyla Osmanlıda yüzyıllardır az sorunla ve rahat yaşayan milletleri imparatorluktan koparmaya başladı. Osmanlı ülkesi sosyo-ekonomik ve siyasi problemlerle boğuşurken yeni çözümler arıyordu.

      Tanzimat ile başlayan Meşrutiyet hareketlerine kadar devam eden süreçte yapılan reformlar parçalanmayı zayıflatmaya çalışıyordu. Fakat dağılma bir türlü önlenemiyordu. Osmanlı aydınlarının batılılaşma hareketleri, topluma yenilik katma girişimleri, demokratikleşme ve insan hakları değerlerini ülkede geniş kitlelere kazandırmaya çalışması ;geri, eski kafaların karşı çıkmasıyla, çözümleri zorlaştırıyordu. Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık gibi fikir akımları çatışma içerisinde çözüm odaklı olma yolunda ilerleyemiyordu. Osmanlı aydınlarına Meşrutiyet yönetimini ilan edeceği sözü ile tahta çıkabilen Abdülhamit (II.) İslamcı fikri destekliyordu. İlk fırsatta Kanun-i Esasi'yi yürürlükten kaldırıp I. Meşrutiyeti rafa kaldırması, karşı fikirlere karşı sansürcü tutumu; çatışmayı ilerletiyor ve dağılma sürecine etki ediyordu.

       Tıbbiyeli öğrenciler tarafından kurulan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, özellikle Mülkiye ve Hap Okulu öğrencilerinin arasında kabul görüyordu. Gizli toplantılar düzenleyen cemiyet, Abdülhamit (II.) yönetimine karşı faaliyette bulunuyordu.

       Edebi alanda da Servet-i Fünûn dergisi çevresinde bir muhalif hareket olarak ''Edebiyat-ı Cedide'' akımı başladı. Bu akım, edebiyat alanında gelenekçiliğe ve kurulu düzene karşı bir direnişti. Düşünürler, çeşitli metotlarla düzene karşı direnişi sürdürüyorlardı. Yeni akım içinde, başta Tevfik Fikret'in şiirleri olmak üzere, çeşitli yazarların eserleri gizli gizli yayılıyordu. Ömer Seyfettin'in Türk dili ve kişiliğini savunan yazıları, Ziya Gökalp'in Türkçülük akımına getirdiği ilmi boyut etkili oldu. Devletin çöktüğünü gören bu dönemin aydınları, Türk Milleti'nin hep var olacağını belirterek yeni bir devlet teşkilatlanması ihtiyacını savunuyorlardı. Namık Kemal'in vatan ve hürriyet şiirleri askeri okullarda gizlice okunuyordu.

    İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1902'de Paris'te yaptığı kongreden sonra bölünmeye başlamıştı. Bu bölünmelerle birlikte İttihatçıların yurtdışındaki faaliyetleri ve sivil kanadının etkisi azalmıştı. Bir süre etkisi kaybolan Jön Türk hareketini, 1906'dan itibaren İttihat ve Terakki'nin (birlik ve ilerleme) genç ve ordu içindeki kanadı üzerine aldı. Talat, Cemal, Enver, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet Bey'ler gibi yeni kuşak, daha çok genç subaylardan oluşuyordu.

      1906'dan sonra cemiyet etkinlik merkezi olarak Makedonya'da örgütlendi. Jön Türk aleyhtarı harekete girişen Sultan (II.) Abdülhamit ise buradaki örgütlenmeyi kırmak için çok da başarılı olamadı. Özellikle Selanik'in merkez olduğu bu harekette, yönetimden hoşlanmayanlar, rejime muhalif kimseler İttihat ve Terakki'ye katılıyordu. Bu dönemde Makedonya, siyasi karışıklıklar içindeydi. Bu yüzden Avrupalı yabancı subaylar da burada görev yapıyorlardı. Makedonya'da asayişi sağlamak, ıslahat yapmak ile görevli olan bu yabancı subaylarla (Fransız, İngiliz, İtalyan, Avusturyalı, Rus) yan yana çalışan Türk subayları, saray tarafından şüpheli kişi olarak damgalanacaklarını bile bile sık sık görüşüyor; onlardan bilmedikleri bir çok yeni gelişmeyi öğreniyordu. Bu gelişmeler Türk subaylar üzerinde başka etkiler de yapıyordu. Avrupalı subayların parlak üniformaları, rahat yaşantıları ve Türk subaylarına aşağılayıcı bir biçimde bakmaları ; aylarca maaşlarını bile alamayan Türk subaylarının Abdülhamit'in baskısı altında sefil yaşantılarından utanç duymalarına yol açıyordu. Ayrıca kendi topraklar üzerinde adeta bir işgal ordusu gibi bulunan bu yabancı subayların varlığı, Türk subaylarını kızdırıyor;milliyetçilik duygularını pekiştiriyordu. Öyle ki Makedonya'da İttihat ve Terakki'nin çok gizli bir biçimde örgütlenme konusundaki başarısı, bu gelişmeleri görmelerini engelledi. Başlangıçta anayasayı yürürlüğe koydurmak amacıyla gelişen Jön Türk hareketi, ihtilalci bir yöne kaydı; yalnız bir Türk girişimi oldu. Abdülhamit (II.) rejimini devirip yerine yabancı müdahaleye son verecek ve ülkeyi kurtaracak bir hükümet kurmayı amaç edindi.

      Sultan (II.) Abdülhamit, yönetimde bulunduğu sürede dış  politikada cereyan eden sorunlara geçici çözümler üretiyor; orduda alaylı-mektepli diye bölünmeler baş gösteriyor; Osmanlı donanması Haliç'te çürümeye terk ediliyordu. İnsan hakları sınırlamaları, adam kayırmalar derken Abdülhamit yönetimine karşı muhalefet, ciddi boyutlara çıkıyordu.

         1907'de Paris'te II. Jön (Genç) Türk Kongresi toplandı. Ahmet Rıza ve arkadaşları ile Ermeniler de bu toplantılara katıldılar. Bu kongre Ahmet Rıza'nın egemenliği altında cereyan etti. Hazırlanan bir beyanname, Abdülhamit yönetiminin kusurlarını sayıyordu. Kongre, silahlı ayaklanmayı da benimsedi. 

         8-9 Haziran 1908'de İngiltere kralı ile Rus Çarı Reval'de bir araya gelerek Osmanlı'nın durumunu ve Boğazlar Sorununu görüştüler. Yayınladıkları bildiride ise Makedonya'da ıslahat yapılmasını istediklerini belirttiler. İngiltere'nin Rusya ile anlaşarak Alman tehlikesi karşısında Türkiyeyi Rusya'ya bıraktığı ve dolayısıyla imparatorluğun Avrupa topraklarının parçalanacağı kuşkusunu yarattı. Bu sebeple İttihat ve Terakki'nin 1876 anayasasını getirme çalışmaları yoğunlaştı.

        3 Temmuz 1908'de yüzbaşı Niyazi, 200 kadar asker ve 200 kadar sivil ile birlikte yanlarına silah, cephane, para alarak dağa çıktı. Bu hareket daha da güçlenerek Meşrutiyetçi bir harekete dönüştü. Artık Makedonya'da padişah iradesi geçmez oldu. 24 Temmuz'da (II.) Abdülhamit, Meşrutiyet'i ikinci kez ilan etmek zorunda kaldı.

         24 Temmuz 1908'de Kanun-i Esasi tekrar yürürlüğe girdi. Meşrutiyet (II.) dönemi başladı. 30 bin kişilik Hafiye örgütü dağıtılıp siyasi suçlulara af getirildi. Sansür kaldırıldı. Hürriyet ve özgürlük kavramları gündemde yer alırken, istibdat (baskı) kavramı gündemden düşmeye başladı. Ülke içinde çok farklı, birbirinden ayrı fikirleri temsil eden örgütler ve fırkalar kuruldu. Türk tarihinde ilk kez siyasi fırkalar (partiler) bu dönemde doğdu.


B. 1908 (II.) Meşrutiyet Dönemi olayları ve 31 Mart Vak'asına Hazırlanan Zemin

        Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra Selanik'te İttihat ve Terakki Cemiyeti toplandı. Bu kongreye katılanlardan biri de Mustafa Kemal Bey idi. Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada; Meşrutiyet ilanı ile sorunların bitmediğini, bunun bir inkılâp değil, yalnızca bir ihtilal ve başlangıç olduğunu belirtti. Ayrıca cemiyetin siyasi parti haline getirilmesini, ordunun politikaya karışmamasını, cemiyet içinde eşitlik sağlanmasını, gizli hiziplerle üstünlük kurulmamasını, hatta din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını önerdi. Bu önerilerden dolayı kendisi Cumhuriyetçi olmakla suçlandı. Mustafa Kemal'in isteklerinin birçoğu reddedildi. Cemiyet 1908'de fırka (parti) adını aldı. 

         Mustafa Kemal'in Türkiye'nin kurucusu ve Atatürkü olmasındaki fikirleri o dönemde baş göstermiş, irticaya, monarşiye karşı çağdaşlaşmaktan ve Cumhuriyetten yana  tutumu, devrimci karakteri bilindik bir hal almıştı. Aslında ittihatçıların bunu yapacak gücü vardı.Bu yenilikçi, çağdaş sivil ve asker aydınlar zümresi ihtilalcilikten daha ileriye gidememişlerdi. Haliyle fikir ayrılıkları baş göstermeye başladı. Bu fikirsel ayrılıklar Mustafa Kemal'in de fırkadan uzaklaşmasına yol açtı. 

     Sina Akşin'in anlatımıyla; 24 Temmuz 1908'de gazeteler yazılarını sansüre göndermediler. Basın-yayın furyası gelişmeye başladı. Örgütlü kadın hareketleri çeşitli yayınlarla, örgütlü işçi hareketleri grevlerle ortaya çıktı. Bu arada Prens Sabahattin de Avrupa'dan döndü. *''İ.T.'' ile prensin örgütü olan Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, hürriyetin ilanından hemen sonra birleşmişlerdi. Fakat Sabahattin ''İ.T.''de umduğunu bulamayınca, onun adamları Ahrar Fırkası'nı kurdular. Meclisin büyük çoğunluğunu ''İ.T.'' ele geçirmişti. Fakat İ.T.'nin büyük bir seçim başarısı görüntüsü aslında aldatıcıydı. Rumeli'deki örgütlenme hariç ittihatçılar diğer yerlerdeki örgütlenmelerini Hürriyet'in ilanından sonra (II. Meşrutiyet ilanı) alelacele gerçekleştirdiler. ''İ.T.''Rumeli dışında ittihatçıyım diye ortaya çıkan herkesi yanına alıp mebus adaylarını da bunların arasından seçmek durumunda kalmıştı. Oysa bu kişilerin pek çoğu İ.T.'nin beş özelliğini ( Türkçülük, mekteplilik, burjuva zihniyeti, gençlik, yönetenler sınıfından olmak) taşımayan fırsatçı kimselerdi. Dolayısıyla meclis, çoğunlukla ancak etiket olarak İttihatçıydı. (* Sina Akşin, İttihat ve Terakki'yi  ''İ.T.'' kısaltması ile eserlerinde kullanmıştır.) 

            Meşruti yönetiminin kurulmasına ön ayak olan İttihat ve Terakki bizzat yönetimde bulunmuyordu. Fakat işin arka bahçesinde onlara sorulmadan da iş yapılmıyordu. Kıbrıslı Kamil Paşa Hükümeti ise ittihatçılardan emir almakta isteksizdi.  Kendi başına buyruk işler yaptığı oluyordu. Kamil Paşa,  habersiz bir biçimde Harbiye ve Bahriye nazırlarını değiştirdi. Rumeli'den İstanbul'a İttihatçılar tarafından getirilmiş olan askeri birlikleri iade etmeye başladı.Bunun üzerine gensoru verildi. Güvenoyu alamayan Kamil paşa Hükümeti 13 Şubat 1909'da düştü. Hükümetin düşmesinde askeri baskının olduğu izlenimi vardı

       13 Nisan'daki büyük isyana doğru yol alındı. İttihatçıların içindeki subaylar mektepliydi. orduda alaylı-mektepli çatışması da süregelen bir durumdu. İttihatçılar ordu içinde birçok alaylı subayı tasfiye etmeye başladılar. Bunun yanında er ve erbaşlar, muhalefete karşı ayaklandırılmak isteniyor; Kamil Paşa'nın yeniden hükümet kurması için çalışılıyordu. İstanbul'da belli belirsiz bir karışıklık vardı. 

       Eski düzeni arzulayanlar ki buna (II.) Abdülhamit de dahildir, yenilik ve ilerleme isteyenler, şahsi çıkarları için fırsat kollayanlar arasındaki sürtüşme; irticai, gerici bir isyan olan 31 Mart Vak'asını dış mihrakların da ateşe odun atmasıyla başlatıyordu. Gelenekçiler ile yenilikçiler arasındaki iktidar rekabeti 31 Mart Olayları'na neden olmuştu.


II.BÖLÜM: 31 MART VAK'ASI VE SONUÇLARI 

A. Olayın Gelişimi

         Geçtiğimiz son iki asırda, her ilerici ve yenilikçi bir harekete karşı gerici bir ayaklanma görülmüştür. II. Meşrutiyet de böyle bir tehlikeyi 31 Mart Olayı ile yaşamıştır.

         İttihat Terakki'ye muhalif yeni partiler kurulmasıyla ortalık iyice kızıştı. ''Fedakâran-ı Millet Cemiyeti, Osmanlı Ahrar Fırkası, Osmanlı Demokrat Fırkası'' ve kurucuları arasında Said-i Kürdî, Derviş Vahdeti gibi isimlerin bulunduğu hoca ve şeyhlerin partisi olan ''İttihad-ı Muhammediye Fırkası'' bunların en önemlileriydi. Özellikle başrol oyuncusu İttihad-ı Muhammediye Fırkası, 31 Mart'ın tetiklenmesinde dinci hünerlerini sergiledi.İçte ve dışta büyük parçalanmalar yaşayan Jön Türkler, karşı ihtilalcilerin komplolarıyla karşı karşıyaydı.

     İlk tepki, 7 Ekim 1908'de dini irtica biçiminde ortaya çıktı. Kör adı ile anılan Hoca Ali'nin başkanlığında bir ramazan kalabalığı saraya doğru yürüdü. Abdülhamit'ten şeriatı geri getirmesini, ümmetin başına geçmesini istediler. Meyhanelerin kapatılmasını, fotoğraf çekmenin yasaklanmasını, Müslüman kadınların sokaklarda dolaşmamalarını istediler. Yeni şeyhülislamın öldürülmesini çağrıştıran ilanları şehrin çeşitli yerlerine astılar. Camilerde olaylar çıkartıp; gerektiği gibi örtünmedikleri bahanesiyle Müslüman kadınlara saldırdılar.Bu irticai hareket bastırılmıştı; fakat ses de getirdi.

         31 Mart Ayaklanmasının yakın nedeni; 6 Nisan 1909 gecesi, sert muhalefetiyle tanınan, ordunun siyasete bulaşmasını sertçe eleştiren, ittihatçılara muhalif ''Serbesti'' gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin Galata Köprüsünde öldürülmesiydi. Muhalefet olaya büyük tepki göstermede gecikmedi. Olay İttihatçılara mâl edildi. İttihatçılar ayaklanma başlamadan bu cinayette kendilerini savunmadılar. Hasan Fehmi'nin cenazesi büyük bir gövde gösterisi haline geldi. Bu arada Derviş Vahdeti, ''Volkan'' gazetesinde kışkırtıcı yazılar yazdı. Bu kışkırtma da beraberinde ayaklanmayı getirdi. Ayaklanma ''bir avuç yobaz alaylı asker'' ayaklanması olarak görülüyordu. Fakat bu işin içinde yabancı parmağı vardı. 
Topçu Kışlası

      31 Mart Ayaklanmasında yaşanılan olaylara kısaca baktıktan sonra bu olayın temel nedenlerine ve iç dinamiklerine bakalım:

          13 Nisan 1909'da (Rumi takvime göre 31 Mart 1325), isyan başladı. Sabahın çok erken saatlerinde Taksim'de bulunan Taşkışla'daki 4. Avcı Taburu Hamdi Çavuş ve diğer çavuş ve onbaşıların komutasındaki erler, subaylarını tutukladıktan sonra başka kışlaları da ayaklandırdı.

         Mustafa Turan, anılarında 31 Mart faciasının nasıl başladığını şöyle anlatıyor:

''...1325 senesi martının 12. Cuma günü her zaman olduğu gibi askerleri Cuma Selamlığına götürmüştük; avdette Taşkışla'ya geldiğimizde her koğuşta sakallı, sarıklı birtakım hocalar bulduk. Bunların selamlığa (Cuma Selamlığı Töreni) gitmeyip kışlada kalmış olan erata vaiz verdiklerini gördük. Sebebini sorduk, hassa ordusunun kumandanlığının emriyle, askerlere dini öğütler vereceklerini söylediler. Askerlikte silsile-i meratib var, gelen bir emrin üst kademeden dümen neferine kadar bildirilmesi gerekir. Taşkışla'da 300'e yakın koğuş olduğuna göre epey bir hoca gelmişti... (Hocalar) bu vazifeyi Taşkışla ile Beyoğlu Topçu Kışlasında yapmak üzere görevlendirildiklerini söylediler. Burada dikkate değer bir nokta var. Bu emirden kışlada mes'ul kumandanların hiç mi haberi yoktu? Nizamiye kapılarındaki nöbetçilerden emirsiz kuş bile uçurulmazken; bu hocaların girip çıkmaları müretteb facianın çok ustaca tertiplendiğinin en bariz bir delilidir... Kışlada ''Avcılar''dan birkaç misli kadar hassa ordusu eratı vardı. Bunlar hassa ordusunun 2. fırkasına mensup 7. ve 8. alayların taburları ile mızıka bölükleri, numune ve istihkam bölükleri; bir de askeri hapishane vardı. Hadiseyi tertipleyenler, kışlada mevcut tabur ve bölüklerin isimlerini tespit etmişlerdi ki 31 Mart günü üst nizamiye kapısındaki nöbetçi borazan, acı acı her bölüğün adıyla toplanma borusu çalıyor; kışlanın askerleri kışla avlusunda toplanıyor... Kimin verdiği belli olmayan bir emirle marş çalınıyor. Yine borazan paşa geldi borusu çalıyor, hazır ol selam dur komutu veriliyor, önde bir paşa, maiyetindeki zabitlerle beraber avluya geldiler... Padişah fermanı okunacağı belirtildi.''  

        Taşkışla'da geçen bir anıya dayanarak olaya bakmak yetersiz olur. Anı sahibi kişi anlatırken hissi davranır. Bu noktaya da dikkat ederek olaya geniş yelpazeden bakmaya devam edelim:

         '' Meğer fermanı okuyan paşa, maiyetindeki zabitler sahte üniforma giydirilmiş, isyanı hazırlayan ve tertipleyen mühim şahsiyetlerdi; içlerinde cemiyetten tanıdığım Bahaddin Şakir, Midhat Şükrü Beğlerle Ömer Naci Bey vardı. Fermanı okuyan bir paşaydı, bu fermanın sahte olup sun'i bir isyan maksadiyle tertiplenmiş olduğu akla gelemezdi.''

       İsyanı tertipleyen, sistemli hale getiren birileri vardı. Fakat kim olduğu hangi amaca hizmet ettiği belli değildir. Mustafa Turan; anılarında ittihatçı isimleri  sayar ve dikkatleri başka yere çekmeye çalışır. Fakat bu sav, eldeki delillere baktığımızda çok güçlü durmamaktadır. 

         Ayaklanma Sultanahmet'te bulunan Mebusan Meclisi'nin önünde artan kalabalıkla devam etti. İsyancılar, kendilerine ayaklanmadan ötürü bir sorumluluk gelmemesini, yani affedilmeyi, Mebusan Meclisi Reisi Ahmet Rıza ve diğer bazı ittihatçıların istifasını, bazı komutanların değişmesini istiyordu. Bazı istek listelerine göre Kamil Paşa'nın sadrazam, Nazım Paşa'nın Harbiye Nazırı, İsmail Kemal'in Mebusan Meclisi reisi olması isteniyordu. Bu arada bazı kimseler asiler tarafından öldürüldüler. ''Asar-ı Tevfik'' gemisi süvari binbaşısı Ali Kabuli Bey, Yıldız sarayına getirilerek Abdülhamitin gözleri önünde öldürüldü. İttihat ve Terakki yanlısı Tanin ve Şuray-i Ümmet gazetelerinin binaları saldırıya uğradı. 31 Martçılar 2 gün içinde çoğu mektepli subay olan 20'den fazla kişiyi öldürdüler. Öldürülenler arasında Hüseyin Cahit'e benzetilen bir meb'us (Mustafa Turan'a göre Lazkiye meb'usu Şekip Arslan Bey) ve Adliye nazırı Nazım Paşa da vardı. İstanbul'da başlayan ve başka yerlere de yayılma eğilimi gösteren bu anarşik ortam 11 gün kadar sürdü. II. Meşrutiyetten çıkarları sarsılmış olanlar, bu ortamdan yararlanmak istediler. II. Abdülhamit olayları yatıştırma girişimlerinde bulunduysa da buna sempatisini gizleyemiyordu.

      İsyan duyulur duyulmaz ağırlığı henüz Rumeli'de olan ittihatçılar kesin bir tavırla isyana müdahale ettiler. Kendilerini meşrutiyetle, hürriyetle özdeşleştirmişlerdi. Bunu bastırmak için bir tertip içine girildi. Selanik'te Hareket Ordusunun kurulması, başına 3. ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa'nın, Selanik'ten katılacak fırkanın (tümenin) komutanlığına Hüseyin Hüsnü, Edirne'den (2. ordu) katılacak fırka komutanlığına Şevket Turgut Paşa'nın getirilmesi kararlaştırıldı. İkinci gün Selanik'te bütün unsurların (milliyetlerin) katıldığı büyük bir miting düzenlendi. 

     Hareket Ordusu, İstanbul'a yürümeye başladı. Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı ise Mustafa Kemal'di. 19 Nisan'da Hareket Ordusu'nun İstanbul'da yayımladığı beyanname M. Kemal tarafından kaleme alınmıştı. Hareket ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul'a girdi ve 3 gün içinde ayaklanmayı bastırdı.
Hareket Ordusu ve Mustafa Kemal

  B. 31 Mart Vak'ası'nın Altında Yatan Nedenler

        İsyanın kim tarafından çıkarıldığına dair ortaya genel olarak üç farklı tez konulmaktadır. Bunun yanında işin dış kaynağı olarak İngiltere gösterilmektedir. Sina Akşin buradaki saptamaları önemlidir:

  ''Birincisine göre; işin sonunda, İ.T. iktidarını perçinlediğine göre, o çıkartmış olmalıydı. İktidarların kendi aleyhlerine komplolar düzenleyip sonra bunları gerekçe göstererek baskı önlemleri alması görülmemiş şey değildi. Ama böyle eyleme geçen ve başarılı olan bir komplo düzenlemek, herhalde akılcı olmasa gerek. Zaten işin İ.T.den kaynaklandığını gösteren ciddi kanıtlar da yoktur.

İkinci görüşe göre; ayaklanma Abdülhamid'in işiydi. bence bu görüş de doğru değildir. Gerçi oluşan iktidar boşluğundan Abdülhamid yararlanmadı değil. Hareket Ordusu gelmeseydi, Abdülhamid hem tahtta kalacaktı; hem de güçlenmiş olacaktı. Bu imkanı istibdata dönmek için kullanıp kullanmayacağı kestirilemez. Ama bütün bunlar ayaklanmadan onun sorumlu olması demek değildir.


Bence ayaklanmayı çıkaran başta Prens Sabahattin ve muhalefetti. O zaman sormak gerekir, neden muhalefet ayaklanmayı sahiplenmedi? Sahiplenemedi; çünkü muhalefet, askerin disiplinli bir güç gösterisi yapacağını ummuştu. Oysa, düzenli bir güç gösterisi yerine, kanlı bir isyan hareketi gerçekleşmişti... İsyanın asıl düzenleyicisinin pek açık olmamakla birlikte, kimlerin askeri kışkırttığı belliydi. Bir kez Derviş Vahdeti'nin gazetesi Volkan vardı. Derviş vahdeti, Kıbrıslı olup Nakşibendi tarikatına mensup iken, İngiliz yönetimi için çalışmış biriydi. Muhalefete mensup çağdaş bir İslamcı diye tanımlanabilir. Askerlerin yazdıkları şikayet mektuplarını gazetesinde yayımlıyordu. Volkan yazarlarından Said-i Kürdi (Sonradan Said-i Nursi olarak Nurculuğun kurucusu olacaktır.) ile birlikte İttihat-ı Muhammediye Cemiyetini kurdu... Askeri kışkırtan ikinci bir grup softalar, yani medrese öğrencileriydi. Hürriyetten önce İstanbullu erkekler ve softalar askerlik yapmazlardı.Taşralılar için askerden kaçmanın yolu softa olmaktı. Medreseler sırf bunun için medreseye girmiş insanlarla doluydu. İ.T.bu düzensizliğe karşı çıkarak sınav getirdi. Tabii, bu, softaları İ.T.'ye düşman etti. Üçüncü olarak kadro dışı kalmış subayları (Alaylı subaylar) sayabiliriz. Dördüncü olarak Arnavut ulusçularını görüyoruz. Onlar İ.T.nin Arnavutlara karşı gütmeye başladığı Türkleştirme siyasetinden yakınıyorlardı... Sonuç olarak ayaklanmanın resmen kim tarafından başlatıldığı belirlenemedi.''


          31 Mart Vak'ası'nın altında İngiliz parmağının bulunduğuna dair şüpheler ve kesin kanıtlar da mevcuttur. Yine Sina Akşin'e göre; Prens Sabahattin ve muhalefetin işin altında olduğu iddia edilse de İngiliz parmağı daha güçlü bir tez olarak durmaktadır. Taşkışla'da Bando teğmeni olarak görev yapan Mustafa Turan'ın işi İttihatçılara dayandırması ve Almanya'nın arka planda olması iddiaları ise güçsüzdür.

         Ayaklanmadan sonra, Hareket Ordusu başkente girinceye kadar İstanbul'da işbirlikçi iktidar, muhalefet ve İngilizler istedikleri gibi at oynatmışlardır. Hariciye Nazırı Rıfat Paşa ve 31 Mart tertipçilerinden İsmail Kemal,  S. Akşin'in deyimiyle;İngiliz sefaretini ''akıl danışılarak yardım istenecek komşu kapısı'' sayan kişilerdi.

      İstanbul'daki İngiliz sefareti (elçiliği) işe, tekrardan Kamil Paşa'yı iktidara getirmek için tertiplere girişti. Bu işleri yürüten baş tercüman Fitz Maurice'dir. İngilizlerin bir zamanlar CIA kadar ünlü gizli örgütü Intelligence Service'nin ileri gelen bir adamı olan Fitz Maurice, Celal Bayar'ın deyimiyle, ''Türkiye'nin istikrarını bozmak isteyen şahıs ve gruplarla devamlı temas halindeydi. Meşrutiyet'in ilanını sağlayan ve onun bekçiliğini yapmak isteyen ittihat ve Terakki Cemiyeti'ni yıkmakla meşguldü.''

     Rauf Orbay, hatıratında, Fitz Maurice'nin  Albay Sadık ve Prens Sabahattin'i 31 Martı hazırlamakta alet olarak kullandığını yazmaktaydı. Yine Volkan yazarı Derviş Vahdeti'nin ikiz kardeşi Serbesti gazetesi başyazarı Melanzade Rıfat, Fitz Maurice'nin önünde iki büklüm olmaktaydı.         

    31 Mart Vak'ası ile ilgili yapılan araştırmalar şunu göstermektedir ki İngiliz arşivleri yeterince incelendiğinde işin altındaki parmak daha net görülebilecektir. Bu olay, büyük bir tezgahtır. Bu tezgahta yabancı bir parmağın, dönemin muhaliflerinin olduğu bellidir. Sonucunda ise karlı çıkan İttihat ve Terakki olmuştur.

    31 Mart Olayı, gerici, dış kaynaklı bir isyan özelliği taşır. Türk Tarihinde ilk kez siyasi bir yönetim biçimine isyan edilmiştir. Bilgisizlik, cehalet, kışkırtma derken yenileşme, modernleşme evriminde olan yapı, bozulmak istenmiş; fakat yapı karşıtları amaçlarını gerçekleştirememiştir. 




SONUÇ
     
       31 Mart Vak'ası (Olayı) irticai bir harekettir. Olayı başlattığı tahmin edilen, dönemin muhalifleri ve İngilizlerdir.  Padişah Abdülhamid (II), muhalefet, İttihat ve Terakki, Prens Sabahattin, İngiltere, Almanya bu olaydan bir biçimde faydalanmak istemişlerdir.

          Selanik'ten gelen Hareket Ordusu isyanı bastırmış; İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilmiştir. İttihat ve Terakki'nin, meşruti yönetimin varlığı korunmuştur. Padişah (II.) Abdülhamid, tahttan indirilmiş; yerine (V.) Mehmet Reşad tahta geçirilmiştir. Muhalefet aleyhinde yargılamalar yapılmıştır. Böylece İttihat ve Terakki iki kuş birden vurmuştur.

      Hareketin bastırılmasında rolü olan genç subaylar ve komutanlar, ileride Kurtuluş Savaşı yıllarında lider vasıflar ile boy gösterecektir. Mustafa Kemal Atatürk ve Kazım Karabekir, bu duruma örnektir. Yine bundan sonra Mahmut Şevket Paşa İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olmuş, ordunun Kurmay başkanlarından Enver Bey de Osmanlı'nın son yıllarında İttihatçıların lideri olacaktır.


Mahmut Şevket Paşa

     İsyandan sorumlu kişiler cezalandırılmıştır. İngiltere, 31 Mart Vak'asını gericilik olayı olarak kabul etmemiştir. Ermeniler bu olayı fırsat bilerek Adana ve çevresinde olaylar çıkartmışlardır.

      Evlenme, miras, borçlar hukuku, kişilik gibi şer'i hükümler o dönemde yürürlükteydi ve ''şeriat isteriz'' sloganının isyancı asker açısından anlatmak istediği şey de buradaydı. Dinsel geleneklerini yerine getirebilmeyi bahane edip talimden kaçabilmek, disiplinsizlik yaratmak... İttihat ve Terakki'nin öncesinden beri gelen yeniliklere karşı olmak...

   Türk Tarihi aynasında daha önce farklı nedenler ile bir çok ayaklanma hareketi görüldü. Fakat ilk kez yönetim biçimine, siyasi ideolojiye karşı ayaklanma 31 Mart Vak'ası olarak kayıtlara geçti.


KAYNAKLAR:

1-AKŞİN Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, İstanbul, 1997.
2-AYBARS Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ankara, 1995.
3-AVCIOĞLU Doğan, 31 Mart'ta Yabancı Parmağı, Ankara, 1969.
4- TURAN, Mustafa, Taşkışla'da 31 Mart, İstanbul, 1964.




Ali ÇİMEN  

       



















   

          
          

          










              















   
    

         

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hicrî Takvim Miladi Takvime Nasıl Çevrilir?

Örnek: Hicrî 1431 yılını Miladi Takvime Çevirme Aşamaları: I. Aşama : 1441 Hicrî yıl 33 sayısına bölünür. Çünkü 1 Hicri yıl yaklaşık 354 gündür. Hicrî takvim kamerî, yani aya dayalı düzenlenir. Güneşe dayalı düzenlenen Miladi Takvimde ise 1 miladi yıl yaklaşık 365 gündür. İki takvim arasında bir yıllık sürede 11 günlük fark görülür. Bu fark toplamda her 33 yılda 1 yıl olmuş olur. 1431/ 33 = 43,36...→ yaklaşık 43. Böylece 33 yılda 1 yıllık farktan 1431 yılda kaç yıl fark olduğu ortaya çıkar. II. Aşama :  Yukarıda çıkan sonuç, Hicri yıldan çıkarılır. 1431-43= 1388 Böylece Hicri Takvimin Miladi takvim ile arasındaki fark düzeltilmiş oldu. III. Aşama : Yukarıda çıkan sonuç yıl farkı alınmış hicri tarihtir. Son olarak bu sonuca iki takvim arasında 622 yıl farkı eklenir. Hicrî Takvim başlangıcı, İslam Dini Peygamberi Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye Hicreti olayıdır. Bu olay Miladi 622'de olmuştur. 622 rakamı   iki takvim arasındaki yıl farkı

Tevaif-i Mülük Devletler Ne Demektir?

   Abbasi Devleti'nin (750-1258) merkezi otoritesinin zayıflaması ve Abbasiler'e bağlı yöneticilerin (Emir'ül Umeralar) kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile ortaya çıkan feodal devletlere Tevaif-i Mülük Devletler denir. Tevaif'ül Mülük Devletler, Abbasiler'in çözülmesine ve parçalanmasına zemin hazırlamıştır.  Ayrıca BKZ. → Emir'ül Umera Nedir? ↴ http://www.sessiztarih.net/2014/08/emirul-umera-nedir.html Tevaif-i Mülük Devletler    şunlardır: * Mısır 'da; - Tolunoğulları (Mısır'da kurulan ilk Türk- İslam Devleti) - İhşitler (Akşitler) (Mısır'da kurulan 2. Türk-İslam Devleti) Ayrıca BKZ. → Hicaz'a egemen olan ilk Türk devleti ↴ http://www.sessiztarih.net/2014/05/hicaza-egemen-olan-ilk-turk-devleti.html - Fatimiler (Şii Arap Devleti) * İran 'da; - Tahiriler - Saffariler - Büveyhoğulları * Horasan 'da; - Samanoğulları * Kuzey Afrika 'da; - Ağlebiler - İd

Yurt Açan-Yurt Tutan-Yurt Kurtaran Savaşları Nedir?

Tarihte; Malazgirt Savaşı "Yurt Açan Savaş", Miryokefalon Savaşı "Yurt Tutan Savaş", Büyük Taarruz "Yurt Kurtaran Savaş", Dandanakan Savaşı "Devlet Kuran Savaş" olarak nitelendirilir.    26 Ağustos 1071'de Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu'ya egemen olan Bizans İmparatorluğu arasında Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. BSD Sultanı Alparslan'ın orduları Romen Diyojen'in Bizans Ordusunu hezimete uğrattı. Bu savaştan sonra Türkler Anadolu'yu yurt edinmeye başladı. " Anadolu'nun kapıları Türklere açıldı."    11 Eylül 1176'da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında Denizli-Isparta arasındaki bölgede Miryokefalon  ( Myriokephalon)  Savaşı yapıldı. Bizans İmparatorluğu'nun bu savaştaki amacı Türkleri Anadolu'dan çıkarmaktı. ASD Sultanı II. Kılıç Arslan'ın orduları Bizans ordularını bozguna uğrattı. Böylece Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşti. Türklerin Anadolu'dan atılamay